2008-12-20

Göz Hastalıkları

Göz Bozuklukları
Göz kameraya benzeyen optik bir sistemdir. Dışarıdan gelen ışık ve görüntüler kornea (gözün en dış saydam tabakası) ve lens tabakasında kırılarak retina üzerindeki görme noktasına ulaşırlar.
Normal bir gözde dışarıdan gelen ışınlar kornea ve lenste kırılarak görme merkezine düşerek net görüntü oluştururlar. bazı durumlarda ise kornea, lens ve gözün yapısına bağlı olarak, görüntüler retina üzerinde net olarak oluşmayabilir.
Miyopi :
Dışarıdan gelen ışınların görme noktasına ulaşmadan odaklaşması sonucu gelişir. Gözün ön-arka ekseninin uzun olmasına bağlı olarak veya kornea ve lensin kırıcılığının değiştiği durumlarda ortaya çıkar. Miyop gözlerde uyum gücü çok az olduğu için kişi uzağı görebilmek için gözlük kullanmak durumundadır.
Astigmatizma :
Korneanın kırma gücünün biribirine dik iki eksende farklı oması sonucunda görüntünün farklı düzlemlerde kırılmasıyla meydana gelir. Kornea ve lensin yapısına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Astigmatizma, her mesafede yansıma ve bulanık görmeye neden olur.Astigmatik görme, sirklerdeki yamuk aynalarda oluşan görüntüye benzetilebilir.
Hipermetropi :
Dışarıdan gelen ışınların görme noktasının arkasında odaklanması sonucunda gelişir. Gözün ön-arka ekseninin kısa olmasına bağlı olarak veya kornea ve lensin kırıcılığının değiştiği durumlarda ortaya çıkar. Hipermetrop gözlerde uyum gücü yüksektir. Düşük dereceli hipermetrop kişiler uyum yaparak normal görebilirler, fakat göz çabuk yorulur. Yüksek hipermetropide ise hem uzak, hem de yakın görme bozuktur.
PRESBİYOPİ :
Yaşın ilerlemesine bağlı olarak lens tabakasının esnekliğini yitirmesi ve bunun sonucunda yakın görmenin bozulmasıdır. 35-40 yaşlarında başlar ve 60 yaşına dek sürekli ilerler.
KERATOKONÜS :
Kornea yüzeyinde bir bölümün incelerek öne doğru çıkmasıdır. Bu kişiler gözlükle net göremezler. Hastalığın derecesine göre özel olarak üretilen kontakt lensler kullanabilirler. Çok ileri derecelerde ise keratoplasti adı verilen kornea nakli ameliyatı gerekebilir.

Miyopi, hipermetropi, astigmatizma ve presbiyopi gözün genel kırma kusurlarıdır. Bu kırma kusurları gözde tek tek meydana gelebileceği gibi, birden fazla kırma kusuru birarada görülebilir. Kırma kusuru bir gözde veya her ikisinde birden olabilir. Bunların dışında korneanın bozukluklarına bağlı özel kırma kusurları meydana gelebilir. Bir gözde, kırma kusuru ile birlikte korneada, görme tabakasında veya görme sinirinde bozukluklar olabilir.Bu nedenle, kırma kusuru olan kişiler her yıl düzenli göz ve göz dibi muayenesinden geçmelidirler.
Çocuklarda gözde herhangi bir kayma ve görme bozukluğu şüphesi varsa en kısa sürede göz kontrolü yapılmalıdır. Herhangi bir problem olmasa da 4 yaş civarındaki çocukların göz muayenelerinin yapılması gereklidir.

Kırma kusurları olan kişilerin net görebilmeleri için çeşitli alternatifler vardır.
Gözlük kullanabilirler, Kontakt lens kullanabilirler, Excimer laser tedavisiyle kırma kusurlarının tümünden veya bir kısmından tamamıyla kurtulabilirler.


Renk körlüğü

Renk körlüğü belirli renkleri, kısmen veya tamâmen görememe, ayırt edememe, seçememe hastalıklarına verilen genel ad. Görme sinirlerinin yıpranmış olması veya gözün ağ tabakasının hastalanması sonucu meydana gelir. Doğuştan olması sık olduğu gibi, sonradan olma vak’alar da vardır. Renk körlüğü sık rastlanan bir durumdur. Erkeklerde daha fazladır. Bu oran erkeklerde % 0,8, kadınlarda % 0,4’tür. İnsanın kendi vücuduna ait bilgileri ve çevresine ait haberleri algılayabilmesi, duyu organları vasıtasıyla olmaktadır.

Duyu organlarına ulaşan çeşitli tiplerdeki enerji şekilleri, öncelikle duyu organlarında yer alan reseptör (alıcı) hücreleri tarafından aksiyon potansiyelleri ismi verilen özel elektrik sinyallerine çevrilir. Reseptörlerde başlayan bu aksiyon potansiyelleri sinirler yoluyla beyinde ilgili bölüme iletilirler. Beyne iletilen aksiyon potansiyeli sinyalleri de uyarıcı enerji şekline göre çeşitli duyular olarak algılanır.

Duyu reseptörleri tarafından aksiyon potansiyellerine dönüştürülen enerji şekilleri arasında mekanik (basınç, temas), ısı, elektromekanik (ışık), enerjileri ve kimyasal enerjiler (koku, tat, kanın O: ve CO2'si) sayılabilir. Bir reseptörün duyarlı olduğu enerji şekline onun uygun uyaranı denir. Örneğin gözdeki ışık enerjisine duyarlı görme reseptörleri için uygun uyaran, ışık enerjisidir. Görme organımız olan göze giren uygun dalga boylarındaki ışık enerjisi, öncelikle gözün mercek sistemi tarafından görme reseptörlerinin yoğun olarak bulunduğu gözün retina kısınma odaklaştırılır. Burada reseptör hücreleri tarafından oluşturulan aksiyon potansiyelleri de göz sinirleri yoluyla beyindeki görme merkezine iletilir.

Sonuçta da görme merkezi tarafından yorumlanarak algılanır ve böylece görme olayı tamamlanmış olur. Görme reseptörleri, ışık enerjisinin belli dalga boylama duyarlıdırlar. Başka bir deyişle ışığın belli bir dalga boyu, o dalga boyuna duyarlı görme reseptörünü uyarır ve algılanır. Işığın belli dalga boylarının belirli reseptörleri uyarması, o reseptörün ihtiva ettiği görme pigmentinin ışık absorbsiyon karakteristiği ile ilgilidir. Görme reseptörleri başlıca iki ayrı grupta incelenirler. Bunlardan çubuk şeklinde olup gece görmekten ve karanlığa', aydınlığa adaptasyondan sorumlu olanlar "basil", koni şeklinde olup görme keskinliği ve renk görmeden sorumlu olan reseptörler ise, "koni" reseptörleri diye isimlendirilirler. Renk görme ile ilgili olan koni reseptör hücrelerinin algıladıkları ışık dalga boyları ölçülmüştür. Sonuçta bu konilerin her birinin görme spektrumunda yer alan renklerden yalnızca bir tanesinin görülmesiyle ilgili oldukları bulunmuştur. Bu üç koni tarafından algılanan renklere üç temel renk denilmektedir.

Bu temel renkler KIRMIZI, MAVİ ve YEŞİL'dir. Bu üç koni hücresinin ışık dalga boyu absorbsiyon eğrileri önemli ölçüde birbirlerini örterler. Bundan dolayı da görülebilir ışık dalga boyları birden fazla koniyi uyarırlar. Aynı dalga boyu tarafından uyarılan 2 ayrı cins koni hücresinin değişik ölçülerde gönderdiği aksiyon potansiyellerinin beyin tarafından değerlendirilmesi sonucu, çeşitli renklerin ayırt edilmesi mümkün olmaktadır. Başka bir deyişle görme spektrumunda yer alan ve normal insan tarafından ayırt edilebilen 180 ayrı rengin tamamı renk görme ile ilgili 3 ayrı renk konisinin değişik oranlarda uyarılması ile gerçekleşmektedir. Buna bağlı olarak örneğin, sarı renge ait 5800 A boyundaki dalga boyu, kırmızıya (6500-7500 A) ve yeşile (5000 A) duyarlı reseptörleri birlikte uyararak, sarı renk duyusunun oluşmasını sağlayabileceği gibi kırmızı ve yeşil temel renklerinin karışımı da aynı renk duyusunu oluşturabilmektedir. Beyaz ve siyah rengin algılanması: Beyaza uyan dalga boyunda ışık yoktur. Beyaz ışık duyuşu yeşil, kırmızı ve mavi renk konilerinin birlikte uyarılması île oluşmaktadır. Siyah renk duyuşu ise, ışığın yokluğunda oluşan bir algıdır. Fakat pozitif bir algıdır.
Çünkü kör¬ler siyah rengi de görememektedirler. Normal bir insanın renk görmesi, üç ayrı cins koni hücresinin uyum içinde çalışmasıyla olmaktadır. Bu tür normal görüş "trikromat" renk görme olarak vasıflandırılmaktadır. Eğer bir kimse renk görmede yalnızca iki koni hücresine sahipse ve bu iki koni hücresiyle algılanabilen renkleri ve onların karışımlarını görüyorsa, bu şekilde renk görmeye "dikromatik" renk görme veya dikromatik renk körlüğü denilmektedir. Bu durumdaki kişilerde renk görme ile ilgili olan bir koni şeklinin yokluğu düşünülmektedir. Bir koni çeşidinin bulunmadığı dikromatik renk körlüğü, yok olan pigmentle ilgili olarak, - kırmızı renge duyarlı koni hücreleri yoksa, "PROTONOPIA" kırmızı renk körlüğü, - mavi renge duyarlı koni hücreleri yoksa, "TRITANOPIA" mavi renk körlüğü, - yeşil renge duyarlı koni hücreleri yoksa, "DEUTERANOPIA" yeşil renk körlüğü denilmektedir. Örneğin, kırmızı rengi ayırt eden koni hücresinin olmadığı protonopia durumunda sadece koyu kırmızı renk algılanamaz. Kişinin gördüğü renkler koni hücreleri ile ilgili olarak yeşil, mavi ve bu iki rengin karışımıyla görülen renklerdir. Yeşil ayrımı yapan ye-şile duyarlı konilerin bulunmadığı deuteronopiada ise, yalnızca kırmızı ve mavi renkler ile bunların karışımı görülür.

Yeşil renk ayırt edilemez. Yalnızca tek renk konisinin bulunup, iki renk koni-sinin olmadığı renk görme ise, "monokromatik" renk görme veya monokromatik renk körlüğü olarak isimlendirilmektedir. Örneğin; yalnızca mavi rengi algılayan mavi renk konilerinin bulunup kırmızı ve yeşil renk konilerinin bulunmadığı durumda kişi, kırmızı ve yeşil renkleri ayırt edemez. Görme spektrumu ile ilgili olarak yalnızca mavi ve sarı renkleri algılayabilir. Kırmızı ve yeşil renkleri göremediğinden dolayı bu tıp renk körlüğüne kırmızı - yeşil renk körlüğü de denilmektedir. Anopia: Renk görme ile ilgili her üç koninin de bulunmadığı durumdur. Bu durumda tam renk körü olan kişi yalnızca siyah beyaz olarak görür. Bazı insanlar ise, 'trikromat' olmakla birlikte renk ayırımları zayıftır. Bu durum, 'renk görme bozukluğu' (anomalısı) olarak isimlendirilir. Bu şekildeki renk körlüğüne tam renk körlüğünden daha seyrek rastlanılır.

RENK KÖRLÜĞÜ KALITIMI Renk görme bozuklukları seks kromozomları ile resesif olarak nesilden nesile geçmektedir, ilgili genin kalıtımla geçişini X kromozomu sağlar. Erkeklerde XY kromozomu, kadınlarda ise, XX kromozomu olduğun-dan ve genin özelliğinin resesif olmasından dolayı, erkeklerde mevcut bir X kromozomunda kadınlarda ise, her iki X kromozumunda bulunmasıyla ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle erkeklerde kadınlardan daha sık olarak görülmektedir. Erkeklerin % 8'inde, kadınların % 0,4'ünde renk görme ile ilgili bir bozukluk vardır. Yeşil renk görme bozukluğu (anomalısı) en sık görülen durumdur. Bundan sonra görülme sıklığı itibarıyla yeşil renk körlüğü, kırmızı renk körlüğü ve kırmızı renk görme bozukluğu gelmektedir. Renk körlüğü olan erkeklerin kız çocukları renk körü olmamakla birlikte renk körlüğünün taşıyıcısı durumundadırlar. Taşıyıcı kadınların erkek çocuklarının yansı da renk körü olarak doğmaktadır.

RENK KÖRLÜĞÜNÜN TEŞHİSİ Renk körlüğünün açığa çıkarılması ve ayrıca renk körlüğü veya renk görme bozukluğunun tipinin belirlenmesine yarayan pek çok test vardır. Teşhiste en kolay yol, renkli iplikleri karıştırıp, şahıstan renkleri gruplandırarak ayırmasının istenmesidir. Renk görme ile ilgili problemi olanlar, bu işlemi beceremezler. Teşhiste ayrıca ishihara ve Stilling levhaları da kullanılmaktadır. Bu levhalar renkli noktalardan yapılmıştır. Renkli noktaların içine ise renk körlüğünü veya renk görme bozukluklarım ortaya çıkaracak şekilde özel olarak renkli sayılar, şekiller veya harfler yerleştirilmiştir. Renk görme problemi olan kişiler bu harf, şekil veya sayıları ayırt edememekte; böylece teşhis konulmuş olmaktadır.

ŞAŞILIK
Gözlerin paralel bakamamasına şaşılık denilmektedir. Gözlerden biri düzgün bakarken diğeri içe, dışa yukarı veya aşağı kayabilir. Kayma sürekli veya gelip geçici şekilde olabilir. Sürekli olarak tek gözde olabilir veya dönüşümlü olarak iki göz kayabilir. Şaşılık çocukların %4'ünde gözlenir. İleri yaşlarda da ortaya çıkabilir. Kız ve erkeklerde eşit oranla rastlanır. kalıtımsal olabilir, fakat şaşılık problemli bir çok hastanın hiçbir akrabasında şaşılık gözlenmeyebilir.


GÖRME VE BEYİN
Normal (çift taraflı) görmede her iki gözde aynı hedefe yönelmiştir. Beynin görmeyle ilgili kısmı her iki gözden gelen iki ayrı resmi tek bir üç-boyutlu görüntü haline getirir. Şaşılıkta bir göz kaydığı için beyne 2 değişik resim gelir. Çocuk beyni kayan gözden gelen görüntüyü ihmal edip, düzgün bakan ve en iyi görmesi olan gözden gelen görüntüyü dikkate almayı öğrenir. Bu da derinlik hissinin kaybolmasına neden olur. Şaşılık erişkinde gelişirse, beyin her iki gözden de gelen görüntüleri algılamayı öğrenmiş olduğundan, kayan gözden gelen görüntüyü ihmal edemez ve çift görme şikayeti ortaya çıkar.

ŞAŞILIK SEBEP VE BELİRTİLERİ
Şaşılıkta gözlerin kaymasına yol açan gerçek neden hala tam olarak bilinememektedir. Gözün hareketlerini göz küresini saran 6 kas sağlar. Her gözde iki kas gözü içe ve dışa çekerken, diğer 4 kas gözün yukarı, aşağı ve dönme hareketlerini sağlar. Her iki gözün hedefe düzgün bakabilmesi için, bir gözdeki tüm kasların diğer gözde aynı işi yapan kaslarla dengede olması ve birlikte çalışması gereklidir. Beyin, göz kaslarının hareketlerini kontrol eder. Beyninde organik problemi olan çucuklarda genellikle şaşılığa rastlanır. katarakt ya da göz yaralanması gibi görmeyi azaltan durumlartda da şaşılık gelişebilir. Şaşılığın en önemli belirtisi gözde kaymadır. kayma parlak bir gün ışığında ortaya çıkabilir. Bazen de çocuğun gözlerini düzgün tutabilmek için kendisine bir baş pozisyonu geliştirdiği gözlenir. Derinlik hissinin kaybı şikayet olarak karşımıza çıkabilir. Erişkinlerde gelişen şaşılıkta en sık çift görme şikayetine rastlanır.

TEŞHİS
Çocuklar yeni doğduğunda ve okul öncesi çağlarında çocuk doktoru ve göz doktorları tarafından olası göz sorunları açısından muayane edilmelidir. Özellikle ailede şaşılık veya görme tembelliği hikayesi varsa, bu muayene çok daha önem kazanır.Bebeklerde çoğunlukla kayıyormuş gibi görünen göz (yalancı şaşılık) ile gerçek şaşılık arasında ayırım yapabilmek zordur.yalancı içe şaşılık, basık burun kökü olan ve göz kapaklarının iç kısmında deri kalıntıları (epikantal kalıntılar) olan çocuklarda veya iki göz arası mesafenin dar ve gözlerin derinde olduğu durumlarda, yana bakış pozisyonlarında gözlerin içe kaydığından şüphelenilen durumdur. Çocuk büyüdükçe burun büyür, deri kıvrımları geriler ve normal görünüm kazanır. iki göz arasındaki mesafenin fazla olması veya gözlerin öne çıkık olması da yalancı şaşılık sebebidir.En sık rastlanan şaşılık tipleri İÇE KAYMA VE DIŞA KAYMA'dır.

İÇE KAYMA
Çocuklarda en sık gözlenen şaşılık tipidir. Doğumdan sonraki 6 aya kadar çıkan şekline infantil tip denir ve ameliyatının 1 yaşına kadar yapılması önerilir. İçe kaymalar genellikle hipermetropiyle birlikte görülür. Hipermetroplar uzaktaki cisimleri iyi görebilmek için uyum yaparlar. Uyum gözleri içe çeker.

Hipermetropinin gözlükle tam düzeltilmesi sonucu, şaşılık tam düzeltilebilir. Bu akomodatif tip içe şaşılıktır. Bu tip şaşılıkta çocuk büyüdükçe hipermetropik gözlük numarası azaltılarak, şaşılık kontrol edilir ve ameliyata gerek duyulmaz.Bazı durumlarda ise hipermetropinin tam düzeltilmesine rağman bir miktar belirgin şaşılık kalabilir. Bu kısmı nonakomodatif tiptir. şaşılığın gözlükle düzeltilemeyen kısmı emeliyatla düzeltilebilir.Bazı çocuklarda yakına bakınca içeri kayma çok artar. Bu durumda bifokal gözlük, prizmalar, bazı göz damlaları ve bazen cerrahi, tam düzeltmeyi sağlayabilir.Hipermetropiye ve akomodasyona bağlı olmayan tipteki içe şaşılıklarda tedavi yalnızca cerrahidir. İçe şaşılıkla ameliyat gereksinimi varsa, cerrahi en kısa sürede planlanır. İçe şaşılığın temel cerrahi prensibi, gözü içeri çeken kasın göze yapışma yerinden geriletilerek zayıflatılması ve gözü dışa çeken kasın kısaltılarak kuvvetlendirilmesi şeklindedir.

DIŞA KAYMA
Ara sıra ortaya çıkan ve devamlı olan tipleri vardır. Ara sıra dışa kayma görünen şekli iki tiptir. Yakına bakarken normal çift taraflı görmenin olduğu, uzağa bakarken ise gözlerden birinin dışarı kaydığı tipe diverjans fazlalığı denir. Konverjans yetmezliği denilen diğer tipinde ise uzağa bakış normal iken, yakına bakışta gözler dışarıya kayar. Bu tip şaşılıklarda öncelikle miyopi ve astigmatizma tam düzeltilir.Ortoptik (göz kaslarını çalıştırıcı) tedavi ve prizmalardan yararlanılır. Son çare cerrahidir. Hem yakına hem de uzağa bakarken görülen devamlı dışa kaymalarda da aynı tedavi yöntemleri geçerlidir. Dışa kaymada cerrahi içe şaşılıkların tam tersine olarak, gözü dışa çeken kasın yapışma yarinin geriletilerek zayıflatılması ve içe çeken kasın kısaltılarak kuvvetlendirilmesi prensibine dayanır.

ŞAŞILIK AMELİYATI
Genellikle genel anestezi altında yapılır. Bazı erişkenlerde lokal anestezi de uygun olabilir. Ameliyat sadece göz küresini saran dokunun kaldırılması ve gözü hareket ettiren kaslara ulaşılması ile başlar. Sonra bir ya da iki gözde kaslara gerekli kuvvetlendirme ve zayıflama işlemleri uygulanır. Ameliyat sonrası iyileşme hızlıdır. Birkaç gün içinde normal yaşama dönülür. Ameliyat sonrası gözlük veya prizma gerekebilir. her insanın ve her gözün kendisine göre iyileşme cevabı değişmekle birlikte, kayma ameliyat sonrasında az veya aşırı düzelmişse tekrar ameliyat yapılabilir.Şaşılıkta, erken ameliyat çok önemlidir. Çünkü bebeklerde gözlerin kayması düzeldikten sonra normal görme ve çift gözle derinlik hissi rahat gelişir. Çocuk büyüdükçe görmeye derinlik hissinin tam gelişmesi mümkün olmasa da, şaşılık ortadan kaldırılınca çevre (perifer) görmede artma olabilir. Şaşılık cerrahisi, gözleri normal paralel konumlarına getirmek için yapılır. Şaşılık ameliyatı hiç bir şekilde gözlük kullanımı ve görme tembelliği tedavisinin alternatifi değildir. Ameliyat öncesinde kullanılan gözlük ve uygulanan görme tembelliği tedavisine, ameliyat sonrasında da aynı şekilde devam edilir.

UNUTMAYIN ! GÖRME TEMBELLİĞİ çocuklukta düzgün bakan ve yüksek kırma veya organik bozukluğu olmayan gözlerin her ikisinde de iyi görme gelişir. Şaşılıkta gözlerden birinin kayması sonucu, kayan gözde görme tembelliği oluşur. Beyin daha iyi gören gözün görüntüsünü algılayıp az göreninkini ihmal eder. Böylelikle ihmal edilen göz tam görmeyi öğrenemez ve göz tembelliği gelişir. Eğer tembellik çok küçük yaşlarda (7-8 yaşına kadar) tesbit edilirse tedavisi genellikle mümkündür. Tedavide geç kalınırsa, görme tembelliği süreklilik kazanır. Erişkinde görme tembelliğinin tedavisi günümüz şartlarında mümkün değildir.

2008-11-29

Kış Hastalıkları

Grip ile soğuk algınlığı aynı mı?
Halkımız, griple soğuk algınlığını genelde karıştırır. Halbuki bir insanın sık sık hasta olması gibi bir şey söz konusu değil. Ancak grip virüsünü aldığı zaman grip olabilir. Grip oluyorum diyen ya alerjik nezledir veya soğuk algınlığı virüslerinin yol açtığı bir üst solunum yolu enfeksiyonu vardır.

soğuk algınlığı ile gribin arasındaki farklar?

İkisinin de yerleştiği yer solunum yolları, özellikle de üst solunum yolları. Soğuk algınlığı daha çok burun ve genizde yerleşiyor. Grip ise daha aşağılara, bronşlara ve akciğere inebiliyor.


Belirtileri farklı mı?
Soğuk algınlığı ya da diğer adıyla nezle, burun tıkanıklığı, hapşırma ve burun akıntısı yapıyor. Gripte ise burunla ilgili belirtiler daha geri planda. Soğuk algınlığı ile gribin arasındaki temel fark, hastalığa yol açan virüslerin farklı olması. Grip virüsü Influenza'nın üç tipi var: A, B ve C. Ama bunların da kendi içlerinde üzerlerindeki antijenlerine göre farklı alt grupları var. Salgınlara neden olan ve bulaşıcı özelliği daha fazla olan A tipi virüs.

Neden her yıl grip oluyoruz?
Grip virüslerinin en önemli özelliği, antijenik yapılarının devamlı değişmesi. Bu değişiklik nedeniyle kişi daha önce enfeksiyon geçirmiş olsa dahi vücut yeni virüsü tanımıyor. Buna karşın, soğuk algınlığı ya da nezleye neden olan 250 kadar virüs var.

İki hastalığın gelişim evrelerinde ne gibi değişiklikler var?
Soğuk algınlığı, hafif bir hastalık. Kişinin genel durumunu çok bozmuyor. Ateş çoğu zaman çok hafif görülüyor. Halsizlik ve kırgınlık oluyor. Bir haftada iyileşiyorsunuz. Fakat gribin başlangıcı çok ani ve 39'u geçen yüksek ateş görünüyor. Ateş ilk 24 saat içinde hızla yükselir, 38-41 derece arasında iki-üç gün seyreder ve sonra düşmeye başlar. Bazı hastalarda gözlerde kızarma, yanma, ışığa hassasiyet bulunur. Birkaç gün sonra da kuru öksürük, göğüs ağrısı gibi şikâyetler de ortaya çıkar. Halk arasında grip için 'paçavra hastalığı' denir. Bu hastalık, oldukça fazla baş ve eklem ağrısı yapan ve halsiz düşüren bir hastalık.
Hangi dönemde sıklaşır?
Kuzey yarımkürede genellikle aralık ayında ya da yılbaşında salgınlar olur. Nezle ise değişken havalarda çok sık görünür. Okullar açılınca hastalıkların bulaşması daha da kolaylaşıyor.

GRİP
Sıklıkla karşılaşılan solunum enfeksiyonları arasında birinci sırayı “grip” alıyor. Prof. Dr. Şehitoğlu, basit virüslerle meydana gelen grip hastalığının yaklaşık 1 hafta veya 10 gün kadar sürdüğünü ifade ediyor. Özellikle sinema, tiyatro, huzurevi, kışlalarda, sigaranın kapalı ortamda çok içildiği yerlerde hastalığa yakalanma olasılığı daha fazla ortaya çıkıyor.

Belirtileri: Grip hastalığı, sıklıkla burunda kuruma, yanma, genizde yanma, kaşıntı hissi, burunda tıkanıklığın yanı sıra, önce beyaz, şeffaf daha sonra da giderek koyulaşan burun akıntısı ile kendini gösteriyor. Hafif olmak üzere ateş de görülüyor. Hastada genel vücut kırgınlığı oluyor. Ayrıca gribe yakalanan kişi ağır kilolar kaldırmış gibi eklem ve adalelerinde yorgunluk hissi, burundan ve genizden gelen akıntıya bağlı öksürük, balgam çıkarma hissi ve problem devam ederse baş ağrısı ile karşı karşıya kalıyor.

GRİPTEN KORUNMAK İÇİN
Gripten korunmak için öncelikle aşlıların, kronik hastalığı bulunanların ve çocukların aşılanması gerekiyor. Bunun yanında alınması gereken önlemler ise şöyle: Toplu çalışma ortamlarında havalandırma düzenli yapılmalı, sigara içilmesine izin verilmemeli, hasta kişiler erkenden uyarılarak ortamdan uzaklaştırılmalı ve tedavileri sağlanmalı.


FARENJİT

Kış aylarında en sık karşılaştığımız hastalıklar arasında yer alan “farenjit”, boğazın arka duvarının bazen mikrobik, bazen metabolik, bazen de çalışılan ortamın ısısına, tozuna bağlı olarak reaksiyon göstermesiyle ortaya çıkıyor.

Belirtileri: Hastalık, kişilerde beslenme alışkanlığı ve sigaranın yanı sıra, midedeki asit problemlerine kadar değişik nedenlerden oluşabiliyor. Farenjit ortaya çıktığında, ses kısıklığı, boğazda kuruluk, yanma, ağrı, yutkunma zorluğu, toz ve yiyeceklere karşı hassasiyet gelişiyor. Hastalığın seyrinde belirli bir başka hastalık ortaya çıkmasa da, kişinin çalışma performansını ve iş gücünü azaltıp rahatsızlık vermesiyle biliniyor.

Tedavisi: Hastalığın tedavisi yapılırken önce “boğaz kültürü” alınıyor. Bu kültür sayesinde hastalığın “mikrobik” olup olmadığı tespit ediliyor. Bu mikropların bulunup bulunmadığına göre hastalığın tedavisi ilaçla yapılıyor. Prof. Dr. Şehitoğlu, “Hastalık eğer mikrobik değilse sıvıyla, mide problemleri varsa düzeltilmesiyle, sinüzite bağlı akıntı varsa bu akıntının tedavisiyle mümkün oluyor” diyor. Tedavide sigaranın kesilmesi çok önemli; alkol, çok acılı ve ekşili gıdaların tüketilmesi ise hastalığın iyileşmesini önlüyor.

SİNÜZİT
Başımızın içindeki kemiklerin arasında bulunan “sinüs” boşluklarında enfeksiyon oluşması sonucunda “sinüzit” hastalığı ortaya çıkıyor. Genellikle üst solunum yolu enfeksiyonları sonrasında oluşan “sinüzit” hastalığı, alerjisi olan, tozlu ve asitli ortamlarda çalışan kişilerde daha fazla görülüyor. Bu arada nadiren de olsa doğumsal veya sonradan oluşmuş “travmalar”ın etkisiyle deformite gelişen kişilerde de ortaya çıkabiliyor.

Belirtileri: Sinüzitte, sürekli baş ağrısı, mevsimsel değişikliklere bağlı olarak görülen iki kaşın arasında, yanaklarda ve alın bölgesinde şiddetli ağrı, burundan gelen şeffaf akıntı, soğuk havanın etkisiyle oluşan sızlama gibi belirtiler ortaya çıkıyor. Bu arada yanaklardaki sinüzitlerin temelinde enfeksiyonların yattığını belirten Prof. Dr.Şehitoğlu, daha çok kış aylarında rastlanan sinüzitin yazın denize dalan kişilerde de görüldüğünü belirtiyor.

Tedavisi: Öncelikle sinüslerin burna açılan bölgesindeki tıkanıklığı açmak gerekiyor. Tıkanıklığı giderici ilaçlar veriliyor. Bol sıvı alınıp sekresyon azaltılmalı. Hastalık ileri safhadaysa antibiyotik kullanılıyor. Daha ileri safhadaysa değişik cerrahi müdahaleler yapılıyor. Eğer akut safhadaysa antibiyotik, kronikse cerrahi müdahale uygulanıyor. Sinüzit tedavisi olan kişi yeniden sinüzit olabilir. Bu nedenle ameliyattan sonra da dikkat edilmesi gerekiyor.

ZATÜRRE
Alt solunum yolu hastalıkları arasında en sık rastlanan hastalıkların arasında yer alan “zatürre” hakkında bilgi veren Acıbadem Hastanesi Bakırköy Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, hastalığı “akciğer iltihabı” olarak tanımlıyor. Tıp dilinde “pnömoni” olarak adlandırılan “zatürre” hastalığında, akciğerlerde bulunan hava keseciklerinin iltihabi bir sıvıyla dolduğunu ve akciğerlerin oksijen alışverişi bozuluyor. Hastalık bakteriler, virüsler, mycoplazma, pnömosistis gibi mikroorganizmalar ile görülüyor.

Belirtileri: Türlerine göre belirtileri değişiyor. Bakteriyel zatürrede ateş, titreme, öksürük, sarı yeşil renkte veya kanlı balgam, göğüs ağrısı ve terleme olabiliyor. Virütik zatürrede ateşin yanında başağrısı, kuru öksürük, kas ağrısı ve halsizlik gibi gribal enfeksiyon belirtileri görülebiliyor. Mycoplasma zatürresinde ise en yaygın şikayet öksürük.

Tedavisi: Nedene, hastanın yaşına, altta başka kronik bir hastalık bulunup bulunmamasına göre “tedavi planı” yapılıyor. Genç ve sağlıklı erişkinlerde bakteriyel, mycoplasma ve ricketsia enfeksiyonlarında “antibiyotik” kullanımı tedavide başarı sağlıyor. Viral zarürrelerde iyileşme kendiliğinden olabiliyor.

Zatürre hastasının ateşi düştükten sonra antibiyotik tedavisine doktorun önerdiği süre devam edilmesini söyleyen Dr. Alzafer, şöyle konuşuyor: “Antibiyotiklerin yanı sıra ağrı ve ateş için parasetemol veya nonsteroid antiinflamatuvar ilaçlar, balgam söktürücü ilaçlar, kanda oksijen düzeyi düşerse oksijen tedavisi veriliyor.

Hastaların diyetine dikkat etmesi ve günde en az 8 bardak su içmesini öneriyoruz. Bu arada antibiyotik verdiğimiz halde hastanın ateşi 3 gün yüksek seyredebilir. Eğer 3’üncü günden sonra ateş hala yüksekse, doktora danışmak gerekir.”

Zatürre aşısı ise özellikle kalp, akciğer, kan, böbrek ve diyabet hastaları, dalağı alınmış kişiler, 65 yaşın üzerindekiler ve bakımevi gibi yerlerde yaşayanlar gibi yüksek risk taşıyan kişilere yapılıyor. Dr. Alzafer’e göre gebelere ve 2 yaşın altındakilere zatürre aşısının yapılması doğru değil.
kaynak:www.ntvmsnbc.com

2008-11-02

ŞİFALI SULAR (KAPLICA ve İÇMELER)FAYDALI OLDUKLARI HASTALIKLAR

Kaplıca Mevsimi: Bölgenin iklim şartları dikkate alınarak tespit edilir. Genelde memleketimizde yerleşmiş kaplıca ve içmelerin mevsimi 15 Mayıs - 15 Eylül arasıdır.
Kaplıcalarda Tedavi Süresi (Kür): Gerekli faydayı sağlamak için 3 haftalık bir tedavi ve en az 21 banyo tavsiye edilir.
Banyo Zamanı ve Süreler: Banyoya girmeden önce; küçük ve büyük abdest yapmak, banyoda hareketsiz durmak gerekir.Banyodan çıktıktan sonra da; kurulanılmaz, havlu veya bornoza sarılınır, ılık odada 1 saat kadar yatılır. Bu süre içinde, vucûd terler. Sonra giyinilir ve 1 saat kadar daha aynı odada kalınır.Birinci Banyo; kahvaltıdan önce aç karnına veya kahvaltıdan 1 saat sonra,İkinci Banyo; akşam yemeğinden 2 saat önce alınması halinde azami derece fayda sağlanır.Banyoda kalma süresi: İlk gün 10 dakika; sonrakilerde ise, hastanın bünyesine ve hastalığa göre, 12-20 dakika arasındadır.
İçme Kürü: Kronik hastalıklarda tavsiye edilir. Süresi 3-6 hafta olmalıdır. Birinci gün; aç karnına bir defada 6 su bardağı (1.5 litre); ondan sonraki günler; sabah, öğle ve akşam yemeklerinden yarım saat önce ikişer su bardağı içilir.
HASTALIKLAR
* Böbrek ve idrar yolları hastalıkları: Kronik ve ödemsiz böbrek iltihabları, mesane iltihabı, idrar taşlarıyla ilgili hastalıklarda; karbonatlı, hidrokarbonatlı sulardan faydalanılır. Bu suların prostata iyi geldiği tespit edilmiştir.
* Deri Hastalıkları: Bütün deri hastalıklarında; tuzlu, kükürtlü ve çamurlu sulardan faydalanılır.

* Hormonel hastalıklar: Bu hastalıklara, radio-aktiviteli sular iyi gelir.

* Göz Hastalıkları: Kükürtlü ve iyodlu sulardan faydalanılır.

* Kadın hastalıkları: Bu konuda doktor tavsiyesi olmadan kaplıca tedavisi uygulanması doğru olmaz. Ateşli kadın hastalıklarında ve hamile kadınlarda kaplıca tedavisi son derece dikkatli ve mutlaka hekim gözetiminde yapılmasında fayda vardır. Bunların dışında Aybaşı bozuklukları, kronik rahim hastalıklarında; kükürtlü, çamurlu ve radio-aktiviteli sulardan faydalanılır.

* Kalb ve kandolaşımı hastalıkları: İleri derecede kalb, kan dolaşımı ve damar sertliğide kaplıca tedavisi uygulanmaz. Diğerleri için tuzlu, iyodlu ve radio-aktiviteli sulardan faydalanılır.

* Mide ve bağırsak hastalıkları: Ağır mide nezlesi, mide tümörü, sifilitik gastrit ve pilor daralmalarında kaplıcalardan faydalanılmaz. Kronik gastrit, kronik bağırsak nezlesi, bağırsak gazları, hazımsızlık ve kronik kabızlıklarda ise; hidrokarbonatlı, sülfatlı sulardan faydalanılır.

* Romatizmal hastalıklar: Akut ve ateşli romatizmada, kaplıca tedavisi uygulanmaz. Kronik romatizmada ise; tuzlu, karbonatlı, sülfatlı, kükürtlü, radio-aktiviteli ve çamurlu sulardan faydalanılır.

* Safra kesesi ve Karaciğer hastalıkları: Safra kesesi, karaciğer, pankreas hastalıklarında; karbonatlı, hidrokarbonatlı ve sülfatlı sulardan faydalanılır. İleri safhadaki Siroz'da kullanılmaz. * Sinir sistemi hastalıkları: Siyatik, lumbago, nevralji, nevrasteni, psikasteni ve nevroz gibi sinir hastalıklarında; tuzlu, çamurlu ve radio-aktiviteli sulardan faydalanılır.

* Solunum yolu hastalıkları: Astım, bronşit gibi solunum yolu hastalıklarında; tuzlu, iyodlu ve kükürtlü sulardan faydalanılır. İleri derecedeki verem, damar sertliği ve kalb hastalıklarında kullanılmaz.

* Şeker hastalığı: Sodyum bikarbonatlı sulardan faydalanılır.

Şifalı suların bulunduğu iller

ADANA, AFYON, AĞRI, AMASYA, ANKARA, ANTALYA, AYDIN
BALIKESİR, BİLECİK, BİNGÖL, BURDUR, BOLU, BURSA, ÇANAKKALE.
ÇANKIRI, ÇORUM, DENİZLİ, DİYARBAKIR, ERZİNCAN, ERZURUM, HAKKARİ, HATAY, MERSİN (İÇEL), İSTANBUL, İZMİR, KARS, KAYSERİ,KIRŞEHİR, MALATYA, MANİSA, KAHRAMANMARAŞ, MARDİN, MUĞLA, NEVŞEHİR, NİĞDE, ORDU, RİZE, TOKAT, VAN, YOZGAT.


KAYNAK: SAĞLAM, Vedat; Şifalı Bitkiler ve Reçeteleri Şifalı Sular ve Kaplıcalar

2008-10-11

Kan testi ile Alzheimer teşhisi

Yapılan çalışmaya göre, Alzheimer riski erken yaşlarda bile yapılan basit bir kan testi ile teşhis edilecek.Yapılan çalışmaya göre amiloid beta peptid seviyeleri hastalık baş göstermeden önce artıp, hastalıkla birlikte azalıyor.

New York, Columbia Üniversitesi Medical Center'deki araştırmacılara göre, çok yakında basit bir kan testi ile Alzheimer riski taşıyan kişileri belirlemek mümkün olabilecek. Araştırmacılar Amiloid Beta (AB42) adı verilen bir peptidin kan plazma seviyelerinin Alzheimer başlangıcından önce arttığı ve hastalık baş gösterdikten kısa bir süre sonra, muhtemelen AB42 beyinde hapsolduğu için, azaldığını saptadılar. Çalışmanın öncü yazarı Nicole Schupf'un bu konudaki görüşleri şöyle; "Bugüne kadar, AB42'nin en güvenilir ölçümü serebrospinal sıvıda yapılmaktaydı. Kan alımları ise bundan çok daha rahat bir şekilde yapılabiliyor.

" Çalışma Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinin online Eylül sayısında yayınlandı. Çalışma yazarı, epidemiyoloji profesörü Dr. Richard Mayeux'un belirttiğine göre, bu bulgu kalp krizi öyküsü olan hastalarla benzerlik gösteriyor. Tipik olarak bu kişilerin kan dolaşımlarında kalp krizi öncesi lipid düzeylerinde artış, kalp krizi sonrasında ise düşüş söz konusu. Halihazırda, Alzheimerla ilişkili kognitif bozukluklar hastalık seyri boyunca takip edilebiliyor, fakat Alzheimer'in patolojik ilerleyişini izlemede güvenilir bir yöntem henüz geliştirilmiş değil. Araştırmacılara göre kanda AB42 seviyelerinin güvenilir ölçümü, Alzheimer başlangıcını çok önceden öngörmeyi mümkün kılacak. Böylece hastalıkla mücadelede önemli bir adım atılmış olacak.
HealthDay News

Aspirin, Göğüs Kanseri Riskini Azaltıyor

Londra Guy’s Hospital uzmanları tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre, Aspirin ve benzeri ilaçların göğüs kanseri riskini yüzde 20 oranında azalttığı belirlendi. International Journal of Clincal Practice dergisinde bu ay içinde yayınlanacak olan araştırma sonuçlarına göre, Aspirin kullanan kadınlarda göğüs kanseri riskinde yüzde 20 oranında düşüş olduğu sonucuna ulaşıldı.

Araştırmaya göre, meme kanseri hastalarında COX enzimi ve prostaglandinlerin anormal olarak yüksek olduğu ve Aspirin gibi steroid olmayan antienflamatuvar ilaçların (NSAİİ) COX enzimini inhibe ederek prostaglandin sentezini azalttığı görüldü. Bu sonuca göre meme kanserinden korunmada ve tedavisinde NSAİİ’lerin etkili bir rolü olabileceği belirtiliyor. Aspirin’in göğüs kanseri hastalarında kanser hücrelerinin büyümesini yavaşlatan maddelerin miktarını artırdığı ve buna paralel hastalığa bağlı ölümlerde azalma olduğu da kaydediliyor.


Araştırmacılar, göğüs kanseri riskini azaltmak için kullanılması gereken optimal doz ve kullanım süresi ile ilgili daha detaylı araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor.Berlin Teknik Üniversitesi ve Teknoloji ve Yönetim Bölümü’nün 2001 ve 2005 yılları arasında gerçekleştirdiği bir başka meta- analiz ve meta- regresyon gözlemlerine göre ise, “Aspirin kullanılan her yılın göğüs kanseri riskini yüzde 2 oranında azalttığı” sonucuna ulaşılmıştı.

Kompetenznetz-leukaemie
Das Netzwerk umfaßt alle größeren Studiengruppen in Deutschland, die sich zur Zeit mit Leukämien (CML, AML, ALL, MDS, bcr-abl-negative CMPE) in der Forschung und in der Verbesserung der Versorgung befassen. Förderung durch Bundesministerium für Bildung, Forschung, Wissenschaft und Technologie
Deutsche Leukämiehilfe
Bundesverband der Selbsthilfeorganisationen zur Unterstützung von Erwachsenen mit Leukämien und Lymphomen e.V. Sehr nützliche Links von Tumorzentren, niedergelassene Onkologen bis Register für Knochenmarkt- und Stammzelltransplantation, insgesamt empfehlenswert.
DKMS Deutsche Knochenmarkspenderdatei
DKMS Deutsche Knochenmarkspenderdatei gemeinnützige Gesellschaft besitzt die größte Einzeldatei weltweit. Links über das Thema Knochenmarkspende. Angebot auch in türkischer und englischer Sprache.

Angiologie - Gefässkrankheiten (Angiology) / Kliniken - Ärzte
Kliniklisten-Übersicht für Herz- und Gefässkrankheiten
Fachkliniken - Gesamtübersicht
Wir nehmen nur Kliniken auf, die unsere Aufnahmekriterien erfüllen. Der
"Volumen-Effekt" ist unser wichtigstes Qualitätskriterium: Anzahl der Eingriffe und Operationen pro Jahr.
Bad Krozingen
Herz-Zentrum Bad Krozingen, Angiologie
Abteilungschefarzt: Dr. med. Thomas Zeller
Schwerpunkte:
Primär nicht invasive Diagnostik und Nachsorge nach Katheterinterventionen arterieller und venöser Durchblutungsstörungen (Farbduplexsonographie, 1,5 Tesla MR-Angiographie, 64-Zeilen Mehrschicht-CT-Angiographie).
Kathetertherapie von Durchblutungsstörungen der Halsarterien, Nierenarterien, Mesenterialarterien und Becken-Bein-versorgenden (insbesondere Unterschenkel) Arterien mit Techniken wie Atherektomie, Laser, Rotationsthrombektomie. Dabetisches Fuß-Syndrom
In Kooperation mit der gefäßchirurgischen Abteilung vom Herz-Zentrum Bad Krozingen Implantation von Endoprothesen bei aortalen Dissektionen und Aneurysmata.
Behandlung thrombembolischer venöser Erkrankungen bis hin zur lokalen Lyse oder PTA bei akuten Lungenembolien.
Bad Neustadt/ Saale
Herz- und Gefäß-Klinik, Bad Neustadt/Saale
Leitung: Prof. Dr. Sebastian Kerber
Bad Säckingen
Hochrheinklinik Bad Säckingen, Gefäßzentrum und Diabetologie
Leitung: Dr. A. Dohmen
Berlin
Evangelisches Krankenhaus Königin Elisabeth Herzberge
Gefäßzentrum Berlin
Leitung: Prof. Dr. Karl-Ludwig Schulte
Dresden
Klinik und Poliklinik III, AbteilungAngiologie (Gefäßmedizin), Universitäts GefäßCentrum
Direktor: Prof. Norbert Weiss
Krankenhaus Dresden-Friedrichstadt, II. Medizinische Klinik
Chefarzt: Prof. Dr. med. S. Schellong
Düsseldorf
Medizinischen Klinik, Abteilung für Kardiologie, Angiologie, Elektrophysiologie und Intensivmedizin im Evangelischen Krankenhaus Düsseldorf.
Chefarzt: Prof. Dr. med. Ernst G. Vester
Frankfurt
Institut für Diagnostische und Interventionelle Radiologie, Universitätsklinikum Frankfurt
Direktor: Prof. Dr. Thomas J. Vogl
Schwerpunkte:
3D-Abbildungsverfahren
Thermische Ablation mit Excimer-Laser
Studien zu verschiedenen Stents
Endovaskuläre Therapie von thorakalen Aortenläsionen
Heidelberg
Innere Medizin III: Kardiologie, Angiologie und Pneumologie
Direktor: Prof. Dr. H. A. Katus
Leitung: PD Dr. E Blessing
Schwerpunkte:
PTA an peripheren Gefäßen, Nierenarterien, Carotiden
Duplexsonographische Untersuchungen bei pAVK
Erkrankungen der Mikrozirkulation wie Raynaud Syndrom
venöse Erkrankungen
Karlsbad-Langensteinbach
Klinikum Karlsbad Langensteinbach, Gefäßzentrum, Angiologie und Kardiologie
Chefarzt: Prof. Dr. med. Curt Diehm
Schwerpunkte:
PAVK mit kritischer Extremitätenischämie
Diabetisches Fuß-Syndrom
Vaskulitiden (entzündliche Gefäßerkrankungen)
Wundbehandlung bei chronischen Ulzerationen
Therapie von Thrombosen und cerebralen Durchblutungsstörungen
Leipzig
Herzzentrum Leipzig, Angiologische Abteilung
Leitung: Prof. Dr. G. Biamino und Dr. D. Scheinert
Mannheim
Diakonie Krankenhaus Mannheim, Abteilung Angiologie
Leítender Arzt: Dr. K. Amendt
Schwerpunkte:
Arteriellen Durchblutungsstörungen (Raucherbein)
Diabetisches Fußsyndrom
Erkrankungen der Venen und der Lymphgefäße
München
Medizinische Poliklinik Innenstadt Klinikum der LMU
Angiologie - Interdisziplinäres Gefässzentrum
Leitung: Prof. Dr. med. U. Hoffmann
Schwerpunkte:
Interventionelle Kathetertherapie von Durchblutungsstörungen der Becken- und Beingefässe sowie der Nierenarterien
Stenting der A. Carotis
Venenthrombose / Lungenembolie
Entzündliche Gefäßerkrankungen
Rostock
Abteilung für Kardiologie, Univ. Rostock
Direktor: Prof. Dr. med. Nienaber
Aortenaneurysma: geringe Komplikationen bei Katheter-Therapie aortaler Aneurysmen
Wesel
Marienhospital Wesel, Kardiologisch-Angiologische Abteilung
Chefärztin: Prof. Dr. Christiane Tiefenbacher
Schwerpunkte:
Primär nicht invasive Diagnostik arterieller und venöser Durchblutungsstörungen (Farbduplexsonographie, MR-Angiographie)
Kathetertherapie von Durchblutungsstörungen der Halsarterien, Nierenarterien, Mesenterialarterien und Becken-Bein-versorgenden Arterien (insbesondere Unterschenkel)
Stentimplantation
Behandlung thrombembolischer venöser Erkrankungen bis hin zur lokalen Lyse oder PTA bei akuten Lungenembolien.

2008-10-04

SONBAHAR DEPRESYONU

Yaz bitti , güneşli günler yerini bulutlu ve yağmurlu günlere bırakacak, yazın vermiş olduğu neşe ve enerji hepimizde yavaş yavaş azalacak , işe yeniden başladık ve günler kısalıyor.

Güneşi az görmek, iş yükümlülüğünün artması, okulların başlaması, havaların serinlemesi kişilerde ruhsal sorunlar yaratabiliyor. Sabah yanmakta güçlük, yataktan kalkmak istememe, kendini gün içinde yorgun ve bitkin hissetme, enerjide azalma , çalışmak istememe, karamsarlık, hüzün, cinsel enerjide azalma, çabuk sinirlenme, gibi belirtiler “sonbahar depresyonuna” girmiş olabileceğinizi gösterebilir. Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte kişilerin yetersiz güneş ışığı alınması beyindeki kimyasal maddelerin düzeninde bozulma olur bu bozulma da depresif duyguların yaşanmasına sebep olur. Uyku ve hormonları düzenleyen biyolojik saatin bozulması da bahar depresyonun ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

Bilimsel araştırmalarda mevsimlerin insanların ruh hallerinde bir takım değişiklikler yapmış olduğu belirlenmiştir. Sonbahar ve kış aylarında kişilerde depresif belirtilerin arttığı, geçmişte depresyon yaşayan kişilerde bu belirtilerin yeniden tekrarlandığı araştırmalarla desteklenmiş olup kadınlarda erkeklere göre bu oranların daha yüksek olduğu gözlenmiştir.
Gün içindeki genel yaşanan mutsuzluğu depresyonla karıştırmamak gerekir. Depresyon duygu , davranış ve günlük yaşamda belirgin değişikliklere neden olan ciddi bir rahatsızlıkken tedavisi mümkündür.

Depresyonda uzun süredir devam eden enerji azalması, yorgunluk, bitkinlik, karamsarlık, eskiden zevk altığı aktivitelerden artık zevk alamama,unutkanlık, cinsel istekte azalma, konsantre olmada güçlük, geçmişe yönelik pişmanlık ve suçluk duyguları, uykusuzluk ya da aşırı uyuma, yorgun ve bitkin uyanma, iştahta azalma ya da artma , yaşamdan zevk almama,kendini değersiz ve işe yaramaz hissetme gibi belirtiler söz konusu olup dünya genelinde en sık görülen psikiyatrik rahatsızlıklardandır.Depresyon sonbaharda % 60 oranında artma göstermektedir.
Bahar depresyonu ile birlikte yaşanan yorgunluk, bitkinlik, enerji kaybı, isteksizlik, çabuk sinirlenme, karamsarlık, libidodaki azalma, konsantre olmada güçlük, uykusuzluk, yorgun ve bitkin uyanma vb şikayetlerin bir uzman tarafından değerlendirilmesi gerekebilir.

Çünkü yaşanan bu belirtiler farklı bir ruhsal rahatsızlığın başlangıcı da olabilir. Bahar depresyonu yaşayan kişilerin hava bulutlu olduğunda dışarı çıkmak isteği olmamasına rağmen dışarı çıkmak için çaba göstermesi, vücudu için gerekli enerjiyi sağlamak için düzenli beslenmesi , düzenli spor ve egzersiz yapması, işyerindeki isteksizliğini azaltmak için sık ve kısa keyifli molalar verilmesi, sosyal yaşamını yeniden planlayarak keyif alabileceği aktiviteler planlaması , yaşama karşı pozitif bir bakış açısı geliştirmesi depresif belirtilerin azalmasına yardımcı olacaktır. Belirtilerin çok yoğun yaşanması durumunda profesyonel bir destek kesinlikle alınmalıdır. İlaç tedavisi ve psikoterapi süreci ile tedavisi mümkün olan bir rahatsızlıktır. .

DERİ KANSERİ

Deri kanseri sıklığında son yıllarda artış olmuştur. Bunda en önemli rolü ultraviyole oynar. Işın, ısı, travmaya maruz kalmak; arsenik, katran, kurum, madeni yağlar,parafin ile uzun süreli temaslar deri kanseri sıklığını arttırır.Karsinojen maddelerle çalışan endüstri işçilerinde bu tip kanserler gelişir.İyileşmeyen yaralar,cilt hastalıkları,eski yanık sahalarında da kanser gelişme riski vardır.Açık tenli, sarışın ve kızıllarda cilt kanseri sıklığı koyu tenlilere oranla çok daha fazla görülür. Cilt kanserlerine öncülük eden çeşitli lezyonlar da olabilir.Bunların erken tespit edilip tedavisinin yapılması cilt kanseri sıklığını azaltır.
Çeşitli bölgelerdeki iyileşmeyen yaralar öncü lezyonlardan olabilir.Vücutta eskiden beri var olan benlerde büyüme, küçülme, kanama, kaşıntı, kabuklanma gibi şikayetler hekime başvurulmasını gerektirir. Yaşla birlikte deri kanseri sıklığı artar.

Deri kanserlerinin en sık görülen üç tipi vardır:1. Bazal hücreli kanser2. Epidermoid kanser

3. Malign melanomBazal hücreli kanser % 85 baş boyun bölgesinde görülür.

Genelde yüzeyden hafifçe kabarık, üstü kabuklu, pullu, parlak, üzerinde küçük damarcıklar bulunan olmak üzere çeşitli görünümlerde olurlar.Cilt kanserlerinin en yavaş ilerleyeni ve başka uzak organlara en az yayılanıdır. Genelde erken tanı konur, çok nadiren tekrarlar ve tedavisinde başta cerrahi olmak üzere kriyoterapi, küretaj, radyasyon, laser, topikal 5 -FU kullanılır.

Epidermoid kanser 2. en yaygın görülen cilt kanseridir. Cildin en üst tabakasındaki atipik epidermal keratinositlerden gelişir. Nadiren normal ciltte meydana gelebilmekle birlikte, genellikle güneşten hasar görmüş ciltte yada aktinik keratoz gibi öncü lezyonlardan gelişir. Virüsler, eski yanık alanları,iyileşmeyen yaralar , çeşitli cilt hastalıkları zemininde de gelişir. Çeşitli sekillerde olabilirler. İleri dönemlerde genelde kötü kokuludurlar.Oldukça hızlı büyür, derin ve uzak dokulara doğru hızlı ilerler.

Tedavileri öncelikle cerrahidir. Kanserin bulunduğu döneme göre ek tedavi prosedürleri uygulanır.Malign melanom deriye rengini veren pigmenti üreten, melanosit adı verilen hücreden gelişir.En öldürücü cilt kanseri tipidir.Güneşe maruz kalan bölgelerde özellikle sık görülür.(Kadınlarda bacaklar, erkeklerde gövdede…) Çeşitli renklerde (kırmızı, beyaz, mavi veya karışık renkli), düzensiz sınırlı(köşeli, çentikli vs.) ve düzensiz yüzeyli olabilirler. Hastalar lezyonlardaki kaşıntı, kanama, ülserasyon, boyut ve rengindeki değişikliklerden dolayı hekime başvururlar. Eskiden vücutta var olan benlerden gelişebileceği gibi sonradan oluşan benlerin zemininden daha çok gelişirler. Erken tanı son derece önemlidir.

Cerrahi tedaviye ek olarak çeşitli ilaçlar da kullanılır.Deri kanserleri gözle görülebilen bölgelerde ortaya çıktığından genellikle erken devrede tanı konabilmekte ve tedavide başarı oranı bu nedenle yüksek olmaktadır. Yüzünüzde, ellerinizde ya da vücudunuzda bir aydan daha uzun süre iyileşmeyen kapanmayan yara, fark ederseniz zaman geçirmeden doktorunuza başvurunuz. Şüpheli yaralardan ufak bir parça alınarak yapılacak olan patolojik inceleme ile yaranın kanser olup olmadığı belirlenecektir. Ayrıca bu yolla ne tip bir yara ise buna göre uygun tedaviye karar verilecektir.Dudak, yüzün alt bölümü veya kulak kepçesi derisinde iyileşmeyen bir yara fark ederseniz şüphelenmeniz gerekir.

Deri kanserleri arasında klinik olarak en az zararlı olanı "bazal hücreli" olan tiptir. Genellikle seneler sürebilen yavaş bir gelişim gösterir. Krater şeklinde ortası çukur bir yara etrafa doğru yavaş yavaş genişler. Daha hızlı olarak aylar içinde gelişen deri kanseri ise "yassı hücreli" tiptir. Klinik olarak daha kötü huylu olup yine zamanında ve çok yayılmadan teşhis konduğunda tamamen tedavisi mümkündür. Daha da kötü prognoza sahip olan kanser olan "Malign melanom" hastalığında, deride daha önce mevcut olan veya sonradan çıkan bir leke (ben) koyu siyah veya koyu mor renk değişikliğine neden olur; bazen de ortadaki bir lekenin etrafında daha küçük lekeler görülür. Bunun dışında leke üzerinde kanama veya renk değişmesi olabilir.Baş veya boyun derisinde özellikle büyüklüğü artan siyah veya koyu mor renkli bir leke fark ederseniz muayene olmanız gerekir.

Önceden mevcut olan bir nevüste (ben) huy değişimi, renk değişimi, çapında hızlı artış, üzerinde kanama, kabuklanma, tüylenme veya tüylerin dökülmesi, etrafında uydu yeni lezyonların oluşması durumunda mutlaka doktora başvurunuz. Deri kanserleri genellikle güneş ışınlarının vücuda dik açıyla geldiği bölgelerde ve güneş ışınına uzun süre ve sürekli maruz kalanlarda daha çok görülür ve bu etki yıllar içinde birikim gösterir ve olasılık giderek artar (bazal hücreli ve yassı hücreli tipler). Malign melanoma ise çoğunlukla güneşten uzak kapalı odada uzun süreli çalışıp daha sonra birden örneğin yaz tatilinde kısa süreli fakat çok şiddetli güneş ışınına maruz kalanlarda görülebilir.

Atmosferdeki ozon tabakasının günümüzde kullanılan bazı maddelerin oluşturduğu çevre kirliliğine bağlı olarak tahrip olması sonucunda güneş ışınlarının zararlı etkisi giderek artmaktadır. Bu nedenle güneş ışınlarından korunmak, özellikle bu etkinin çok arttığı saatlerde güneşe çıkmamak (saat 10-16 arası) ya da güneş ışınından koruyucu kremler kullanılması, geniş gölgelikli şapkalar giyilmesi önerilmektedir. Deri yüzeyinde oluşabilecek yaraların erken devrede tedavisi çok daha kolay ve başarı oranı daha yüksektir.Kulakta deri kanseri bulunan hastanın kanserli kısmı çıkarıldıktan sonra, Kulak kepçesinin yeniden onarılması için kulağın kendi kıkırdağından kaydırma yapılmış ve üzeri kulak arkasından kaldırılan deri parçası (flep) ile örtülmüştür .Üç hafta beklendikten sonra kulağa nakledilen flebin kulak arkasından bağlantısı ayrılmış ve arka tarafına ince deri yaması (greft) yerleştirilmiş ve kabul edilebilir bir sonuç alınmıştır.

Deri kanserlerinin sık görüldüğü bir bölge de alt dudaktır. Özellikle erkeklerde daha sık görülmekte ve zaman kaybedildiğinde yara genişlemekte tüm dudağı tutabilmekte, hatta buradan boyun bezelerine (lenf bezi) ve diğer organlara (akciğer, kemik) yayılabilmektedir. Yine erken devrede tanı konduğunda tamamen tedavisi mümkündür.Deri kanserlerinde birinci tedavi seçeneği cerrahi tedavi yani kanserli kısmın yeteri kadar dışından çıkarılması ve oluşan doku eksikliğinin hastanın başka bölgesinden aktarılan kendi dokuları ile onarılmasıdır. Kanser cerrahisinde birinci amaç tüm kanserli kısımların çıkarılmasıdır. Eğer cerrahi olarak çıkarılabilmesi mümkün olmayacak kadar genişlemiş ya da kontrol edilemeyecek şekilde diğer bölgelere ya da organlara yayılım olmuşsa radyoterapi (ışın tedavisi) ve kemoterapi (ilaç tedavisi) gibi diğer yöntemlere başvurulur.
KAYNAK: www.haydarpasanumune.gov.tr

2008-08-03

BEL AĞRILARI

1. Bel ağrısı yaygın mıdır?
Tüm romatizmal yakınmaların üçte birini bel ağrıları oluşturur. Toplumun yaklaşık %80’i aktif yaşamlarının bir bölümünde bel ağrısı çeker. Hastaların %70’i bir ay, %90’ı iki ile üç ay içinde iyileşmekle birlikte nüksler sıktır. Hastaların %70’inde üç ve daha fazla tekrarlama olmaktadır. Bel ağrısı 20-40 yaşları arasında başlamakta, maksimum sıklık 45-60 yaşları arasında görülmektedir.
2. Kimde bel ağrısı riski fazladır?
Sigara içenler, uzun yol sürücüleri, uzun süre ayakta duranlar, pozisyon değiştirmeden uzun süre oturanlar, ağır yük kaldıranlar, kıvrılarak ve ani hareket yapanlar, vibrasyonlu aletle çalışanlar, öksürenler ve düşük gelirlilerde bel ağrısına yakalanma riski yüksektir. Sırt ve karın kasları zayıf olanlar da bel ağrısını daha yatkındır.

3. Bel ağrısı sebepleri nelerdir?
Doğumsal anomaliler
Travma
Bel fıtığı
Faset sendromu
Kanal darlığı
Lomber spondiloz (belin dejeneratif hastalığı, kireçlenme)
Spondilolizis ve spondilolistezis
Seronegatif spondiloartropatiler
Osteoporoz (Kemik erimesi)
Torakolomber geçiş sendromu
Miyofasiyal ağrı sendromları (Kas romatizması)
Sakroiliak eklem sendromu
Tümörler
Enfeksiyonlar
Başka yerden (karın, damar ve pelvik organlar) yansıyan ağrılar
Psikonörotik bozukluklar

4. Doğumsal anomaliler bel ağrısı yapar mı?
Doğumda mevcut oldukları halde çocuklarda ağrı yapmamaları, bel ağrısı nedeni olarak gösterildikleri zaman da başka bozukluklarla birlikte olmaları bu soruyu akla getirmektedir. Sorunun cevabı şu olabilir; konjenital anomaliler primer bel ağrısı nedeni değildir, ancak omurganın mekaniğini bozdukları için dejeneratif olayların oluşmasını ve ilerlemesini kolaylaştırarak sekonder ağrı nedeni olmaktadırlar.

5. Lomber spondiloz (Belin dejeneratifi hastalığı, kireçleme) nedir?
Bel omurgasını meydana getiren yapıların dejeneratif değişiklikleriyle ortaya çıkan klinik tabloya lomber spondiloz denir.
Spondilozun bir yaşlama ve yıpranma hastalığı olduğu görüşü yaygındır. Dejenerasyonun görülme sıklığı ve şiddeti yaşla artar ve 60 yaşından sonra tamamen normal bir omurgaya nadiren rastlanır. Çoğu kişi bu değişiklikleri geçirdiği halde bazılarının herhangi bir yakınması olmamaktadır. Dejeneratif değişiklikler belirti verse bile sürekli değildir. Hafif ve orta derecede dejeneratif değişikliklerle omurga instabil hale gelmekte ve belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Dejenerasyon ilerleyince tekrar omurga stabilize olmakta ve hareket azaldığı için de belirtiler azalmaktadır.

6. Lomber spondiloz (kireçlenme) belirtileri nelerdir? Tanısı nasıl konur? Tedavi nasıl yapılır?
Bazen bir hareket veya yük kaldırma sonucu, bazen de sinsi olarak başlayan bel ağrısı yakınması vardır. Ağrı genellikle bele lokalizedir. Kaba ve uyluk arka yüzüne yayılabilir. Ayakta kalmakla, ev işleri yapmakla artan ağrı, istirahatle azalır. Sabah tutukluğu kısa sürelidir.
Radyolojik tetkik bel ağrılı hastaların değerlendirilmesi için kullanılan temel ve rutin bir yöntem olmakla birlikte, bel ağrısı ile radyolojik değişimler arasındaki ilişki iyi kurulamamıştır. Altmış yaşından sonra tamamen normal bir omurgaya nadiren rastlanır. Bununla birlikte, bu şahısların yarıdan çoğunda ağrı yoktur.
Tedavi mevcut semptomları gidermeye ve nüksleri önlemeye yönelik olmalıdır. Akut dönemde istirahat, ağrı kesici ilaçlar ve kas gevşeticiler verilebilir. Bu dönemde uygulanacak bazı fizik tedavi araçları (infraruj lambaları, hot pack, parafin) kas spazmını gidererek ağrıyı azaltır. Daha sonra, derin ısıtıcı fizik tedavi araçlarından da yararlanılır. İleri derecede dejeneratif değişikliği olanlar dışında traksiyon yararlı bir fizik tedavi aracıdır. Ayakta durmakla ve hareketle ağrısı artan hastalara yükü azaltmak ve hareketi sınırlamak amacıyla çelik balenli korse verilebilir.
Ağrı azalır azalmaz sırt ve karın kaslarını güçlendirici egzersizlere başlanır. Egzersiz ve günlük yaşam aktivitelerinin düzenlenmesi nükslerin önlenmesi için çok önemlidir.

7. Faset sendromu nedir? Belirtileri nelerdir? Nasıl tedavi edilir?
Omurganın arka kısmında bulunan faset eklemlerindeki dejeneratif değişikliklerle ortaya çıkan bir mekanik instabilite sendromudur.
Hastanın kaba ve uyluğa yayılan mekanik bel ağrısı yakınması vardır. Uyluk arka ve dış yan yüzüne yayılan ağrı yansıyan ağrı niteliğindedir. Ağrı hareketle artar, istirahatle azalır. Tanı ve ayırıcı tanı için radyolojik tetkikler oldukça yararlıdır. Faset eklem enjeksiyonu ise hem tanı hem tedavi amacıyla kullanılır.
MR’da görülen faset eklemlerindeki dejeneratif değişiklikler bel ağrısı olan ve olmayan kişilerde eşittir.
Akut dönemde analjezik ve kas gevşetici verilir. Birkaç günlük istirahat gerekebilir. Bunlarla iyileşmiyen hastalara manipulasyon, lokal enjeksiyon ve fizik tedavi uygulanabilir.

8. Bel fıtığı nedir? Nasıl tanı konur? Tedavi nasıl yapılır?
Dejenere diskin bacağa giden sinir kökünü sıkıştırmasıyla ortaya çıkan bel ve bacak ağrısı ile karakterize klinik tablodur. Bel fıtığı (lomber disk hernisi) sanıldığı kadar yaygın değildir. Bel ağrılı olguların sadece %5’i disk hernilidir.
Hastaların çoğu 30-50 yaşları arasındadır. Ana yakınma bel ve bacak ağrısıdır. Hastalar çoğu kez, önceden beri var olan hafif bel ağrılarının, bir zorlama ile arttığını ve bacaklarına indiğini ifade ederler. Ağrı öksürme, hapşırma, ıkınma ve bel hareketleriyle artar. Hasta ayakta dik durmakta zorluk çeker. Bir kısım hasta ise oturunca ağrının daha çok arttığını ifade eder.
Ağrı ile birlikte hasta, bacaklarındaki uyuşma, karıncalanma, keçelenme, kuvvetsizlik ve incelmeden yakınabilir.
Tanı koymada direkt grafi ve MR’dan yararlanılır.
Lomber disk hernilerinin tedavisi konservatif (ameliyatsız) ve cerrahi olmak üzere iki başlık altında toplanabilir.
Olguların büyük kısmı konservatif tedaviye olumlu cevap vermektedir. Hastaların %75-90’ında ve hatta üstünde iyileşme olduğunu bildirmiştir. Cerrahi tedavi için acele etmeyip önce konservatif tedaviye başlamak, hastayı yakından izlemek ve hastalığın seyrine ve tedavinin sonucuna göre karar vermek en akılcı yoldur.
Yatak istirahati çok kısa tutulmalıdır. Tedaviye ilaçlar eklenebilir. Bu dönemde yüzeyel ısıtıcıların kas gevşetici etkisinden yararlanılabilir. Kas gücünü artırmak için sırt ve karın kasları egzersizlerine başlanılmalıdır. Bir süre sonra hastanın korse ile ayağa kalkmasına ve yürümesine izin verilir. Bu dönemde hasta fizik tedavi programına alınır.
Konservatif tedaviye cevap alınamazsa cerrahi tedavi uygulanır.

9. Kanal darlığı (spinal stenoz) belirtileri nelerdir? Tanısı nasıl konur? Tedavi nasıl yapılır?
Genç yaşlarda görülebilirse de hastaların çoğu 50 yaşın üzerindedir. Hastalar uzun zamandır olan bel ağrısı ve son zamanlarda ortaya çıkan bacak ağrısı öyküsüne sahiptirler. Yürürken her iki bacaktaki rahatsızlıktan yakınırlar. Semptomlar uyluktan baldıra ve ayağa kadar yayılır. Bacaklarındaki ağrı nedeniyle, hasta yürürken durup, dinlenmek zorunda kalır. Bir kaç dakika dinlendikten sonra, tekrar aynı mesafede yürüyebilir. Sırt üstü bacaklarını uzatarak yatamaz. Ağrı olduğu zaman kalkıp bir kaç dakika oda içinde dolaşarak ağrıyı geçirmeye çalışabilir veya yan tarafına kıvrılarak yatar.

Bir veya her iki bacaklarındaki kuvvetsizlik, yorgunluk, uyuşma ve karıncalanmadan yakınırlar. Gerçekten soğuk olmadığı halde bacaklarının soğuk, kendilerine ait değilmiş gibi veya lastikten yapılmış gibi olduğunu söyleyebilirler.
Bilgisayarlı tomografi ve MR’da kanal çapları ölçülerek yumuşak doku ve kemik dokusu görülerek kanal darlığı konusunda daha kesin bilgi edinilebilir.
Hafif olgularda fizik tedavi ile yeterli sonuç alınmaktadır. Hastanın günlük yaşam aktiviteleri düzenlenmeli, sırt ve karın kaslarını güçlendirici egzersizler verilmelidir.
Fizik tedavi ve ilaç tedavisine cevap vermiyen ilerleyici olgulara cerrahi uygulanır.

10. Bel kayması (spondilolistezis) nedir? Belirtileri nelerdir? Tedavi nasıl yapılır?
Bir omurun bir alttaki üzerinde öne doğru kaymasına spondilolistezis denir. Spondilolistezis, öne doğru kaymanın miktarına göre dört dereceye ayrılır. Kırık, bel ameliyatları, kireçlenme ve doğumsal anomaliler başlıca nedenleridir.
Hastalar çoğunlukla bel ağrısından yakınır. Ağrı belin iki yanında ve iki bacakta birden duyulur. Ağrı hareketle, ayakta durmakla artar, istirahatla genellikle kaybolur. Hastaların büyük çoğunluğu kadındır. Genellikle karın gevşek ve öne sarkıktır.
İki veya dört yönlü bel grafilerinde kayma, kaymanın derecesi ve varsa kırık görülür.
Erişkinlerde spondilolistezis her zaman semptomatik değildir. Ağrılı durumlarda hastaya istirahat önerilir. Kişinin ayakta kaldığı zaman verilen çelik balenli korse beli stabilize ederek ve yükü azaltarak ağrıyı dindirir. Ağır yük kaldırmaktan kaçınılmalı, şişmanlar zayıflatılmalı, karın ve sırt kaslarını güçlendirici egzersizler ile germe egzersizleri verilmeli ve günlük yaşam aktiviteleri düzenlenmelidir. Ağrı ve kas gerginliğinin azaltılması için fizik tedavi araçlarından yararlanılır.

11. Sakloiliak eklem sendromu belirtileri nelerdir? Nasıl tedavi edilir?
Değişik şiddetlerde duyulan ağrı kabaya, büyük trokanter üzerine, uyluk arka yüzünden dize kadar vurabilir. Ağrının bu lokalizasyonu sakroiliak eklem sendromu için tipiktir. Bazen ağrı baldır arka veya dış yan yüzüne, ayak bileğine, ayak ve parmaklara kadar inebilir.
Sakroiliak eklem sendromunun başlıca tedavisi manipulasyon, lokal enjeksiyon ve fizik tedavidir. Usta ellerde manipulasyonla ağrı çoğu kez geçmektedir.


12. Tümörler bel ağrısı yapar mı?
Yapar. Omurga tümörleri yaygın değildir. Bununla birlikte, eskiden ölüm nedeni olan hastalıkların artık tedavi ediliyor olması ve insan ömrünün uzamasıyla, tümörler ve özellikle metastatik olanlar bel ağrısı nedenleri arasında sıkça akla gelmelidir. Omurgaya yayılan kanserler en çok akciğer, meme ve prostat kanserleridir.

13. Bel ağrısının nedeni enfeksiyon olabilir mi?
Olabilir. Diyabetiklerde, uyuşturucu bağımlılarında, alkoliklerde, kortizon kullananlarda bel ağrısı varsa, neden olarak enfeksiyon da hatırlanmalıdır. En sık rastlanan enfeksiyon etkenleri stafilokoklar, tüberküloz ve brusella bakterileridir. Komşu iki omur tutulmuşsa etken diske de geçebilir. Omurga giderek çöker.
14. Bel okulu nedir?
Bele düzgün fonksiyon kazandırmak amacıyla yapılan eğitime bel okulu denir. Bel okulunun öğrencileri hasta ya da potansiyel hastalar, öğretmenleri hekim veya fizyoterapistlerdir. Amaç, kişinin belini daha iyi kullanmasını sağlayarak tekrarları engellemektir. Bunun için hastaya düzgün postür ve en az yük binecek şekilde belini kullanması öğretilir.

15. Bel ağrısından kurtulmak ve/veya bel ağrısına yakalanmamak için uyulması gereken kurullar nelerdir?
· Dizleri kırarak sırt üstü veya yan yatmak.
· Yataktan kalkarken önce yan dönmek, sonra doğrularak oturmak ve ellerle destekleyerek ayağa kalkmak.
· Dik oturmak. Otururken beli desteklemek.
· Dik durmak. Uzun süre ayakta durulacaksa, bir ayak yüksekte kalacak şekilde altına bir şey koymak.
· Eğilerek yerden bir şey almamak ve çalışmamak. Yerden bir şey alırken ve ayakta çalışırken dizleri kırmak.
· Yükü her iki ele paylaştırmak ve vücuda yakın olarak taşımak.
· Uzanarak iş yapmamak.
· Uzun süre aynı pozisyonda kalmamak ve ani hareketlerden sakınmak.
· Klozet tipi tuvalet kullanmak.
· Sigara içmemek.
· Düzenli egzersiz yapmak.

2008-07-21

Ağız Sağlığı

Dişlerinizde Gençleşmek İster
Dişlere uygulanan ‘anti aging’ yöntemiyle, ameliyat olmadan genç bir ifadeye sahip olabilirsiniz. Günümüzde anti-aging kavramının uygulama alanları giderek yaygınlaşıyor. ‘Yaşlılığa karşı’ anlamına gelen anti-aging, yaşlanmayı yavaşlatmak ve vücudun bir bütün olarak orantılı ve sağlıklı yaşlanmasını sağlamak amacıyla uygulanıyor.
Dişler de son zamanlarda, anti-aging kapsamında değerlendiriliyor. Dişler zamanın etkisiyle boylarından kaybediyor ve bunun sonucu yüz dikey yönde çöküyor. Bazen bu nedenden dolayı yanak ve dudaklarda sarkmalar bile görülüyor. Ağız içindeki bazı dişlerin kaybı da kişileri olduğundan daha yaşlı ve yıpranmış gösteriyor.
Diş Hekimi Altuğ Serçe, anti-aging’in diş hekimliğinde kullanım biçimi olan ‘Dental Face Lift‘ tedavisiyle, ameliyat olmadan, gençleşmenin mümkün olduğunu belirtiyor. Bu yöntemle, kaybolan diş dokusu yerine konularak hastanın daha genç bir görünüm kazanması sağlanıyor.

Bebeklere İnek Sütü Vermeyin
Uzmanlar, bebeklik ve çocukluk yaş grubunda sağlıklı büyümeyi olumsuz etkileyen faktörlerin başında bebeklerin ilk 1 yıl içinde inek sütü ile beslenmesi olduğunu söylüyor. Türkiye’de erken süt çocukluğu döneminde bebeklere yaygın olarak verilen inek sütü ile ilgili Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Beslenme Metabolizma Gastroentoroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Benal Büyükgebiz önemli açıklamalarda bulundu.

Benal Büyükgebiz, ‘inek sütü, içerdiği özellikler nedeni ile Avrupa ve Amerika’daki ilgili tüm tıp otoriteleri tarafından ilk 1 yıl içinde bebekler tavsiye edilmiyor’ dedi. İnek sütünün, demir ve C vitamini içeriğinin düşük olduğunu belirten Büyükgebiz, inek sütü kullanımının bebeklerin bağırsaklarında gizli kanamaya yol açarak demir eksikliği ve kansızlığa neden olabileceğini söyledi.

Önce anne sütü
Prof. Dr. Benal Büyükgebiz, Türkiye’deki ekonomik sorunların, bebekler için sakıncalı olan inek sütü kullanım miktarını artırdığını belirterek, “Anne babaların bu konuda bilgilendirilmeleri ve uyarılmaları gerekir” dedi.
Büyükgebiz, “Her bebek hayatının ilk altı ayında anne sütü almalı, daha sonra ek gıdalara geçmelidir. Anne sütünün olmadığı veya eksik olduğu durumlarda anne sütünün yerine, anne sütünün içerdiği özellikleri haiz bebek mamalarının kullanılması gerekir. İnek sütü bebek beslenmesinde kesinlikle anne sütü yerine kullanılabilecek bir alternatif değildir” dedi.
Uzmanlar, anne sütünü herhangi bir sebepten dolayı verilemiyorsa ya da bebeğe yeterli olmuyorsa, inek sütünün kesinlikle alternatif gıda olmaması gerektiğini belirtiyor.

Peynir,Diş Çürümesine Engel
Diş ve ağız sağlığına gerekli önemin verilmediğini belirten Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muzaffer Gülyurt, insanların bu sebeple çeşitli hastalıklara yakalandığını söyledi. Toplumda aydın kesimlerin bile diş sağlığını ihmal ettiklerini belirten Prof. Dr. Gülyurt, ülkemizde 20 - 24 yaş grubundaki insanlarda tedavi edilmemiş veya edilmesi gereken çürük diş sayısının ortalama 6 olduğunu kaydetti. Türkiye’de diş ve ağız hastalıklarının çok oluşunun koruyucu diş hekimliğine gerekli önemin verilmemesinden kaynaklandığını işaret etti.Durumun ciddi sağlık problemlerine sebep olabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Gülyurt, “Problemin çözümü insanların eğitimine bağlıdır. Enfeksiyonel hastalıklar ağız yoluyla bulaşır. Üniversitemize bağlı diş hekimliğimiz sadece Erzurum’a değil tüm Doğu ve Karadeniz Bölgesi’ne hizmet vermektedir” dedi.

Çocuklar eğitilmeliÇocuklara diş sağlığı konusunda gerekli eğitimin verilmesi gerektiğini vurgulayan Gülyurt, küçük yaşlarda çocuklara diş fırçalamanın öğretilmesi gerektiğini ifade etti. Çocukların şekerli yiyeceklere karşı sempatileri olduğu için tatlı yiyeceklerin çocuklar tarafından fazla miktarlarda tüketildiğine işaret eden Prof. Dr. Gülyurt, annelerin bu konuda dikkatli olmalarını istedi.
Çocuklara süt ürünleri verilmesi alışkanlığının kazandırılması gerektiğini belirten Prof. Dr. Gülyurt, süt ürünlerinden peynir gibi yiyeceklerin diş çürümelerini önlediğini söyledi. Türkiye’de diş hekimliğinin sadece tedavi edici hizmetleri yürütmesinin, ciddi ekonomik kayıplara sebep olacağını vurgulayan Prof. Dr. Gülyurt, diş ve ağız hastalıklarının kadınlara oranla erkeklerde daha az olduğunu belirtti.

2008-07-02

Termal Kürler

Termal banyo kürleri
İnsan vücudununkine yakın, 35-38°C aralığında sıcaklığa sahip olan maden suları ile yapılır. Genelde önerilen belli zaman aralıklarında termal su ile dolu bir banyo küvetine veya havuza girilerek gerçekleştirilir. Tüm vücut ile yapılan küre tam banyo, yarı beline kadar suya girilerek uygulanan türüne yarım banyo ve su kaynağının zengin olduğu merkezlerde duş mekanizması aracılığı ile uygulanan türüne duş banyosu adı verilir.
Termal buhar kürleri
Vücut sıcaklığının üzerinde olan sıcaklıklardaki maden suyu buharından yararlanılarak gerçekleştirilir. Uygulama biçimi, genelde buharın soluma yoluyla içe çekilmesi (inhalasyon) biçimindedir. Tedavi merkezinde sıcak su buharı, tavandaki veya zemindeki buhar delikleri aracılığı ile tedavi odasına iletilir. Sıcak su buharının cilt sorunlarının giderilmesinde de yararlı olduğu belirtilmektedir.
İçme kürleri
Bazı maden sularından tedavi amaçlı olarak içilerek yararlanılır. Belli zaman aralıklarında belli miktarlarda maden suyunun içilmesi biçiminde uygulanan bu tedavi türüne içme kürü adı verilir. Kürün ayrıntıları bu konuda uzman bir doktor tarafından belirlenmelidir. Genel olarak içten tedavi adını alan bu kürün deri altına şırınga, buğu, serpintileme, gargara, lavaj gibi türleri de vardır.
Çamur kürü
Bazı bölgelerde yüzeye çıkan maden suyu toprağın ıslanarak çamur halini almasına neden olur. Söz konusu çamur, suyun içindeki erimiş madenlerle doymuş halde bulunur. Çamur kürü, bu çamurun içine yatılması veya çamurun vücudun önerilen yerlerine sürülmesi biçiminde uygulanır. Bu tedavi biçiminde çamurun içinde erimiş olan kimyasal maddeler cildin gözeneklerinden içeriye sızarak hastalıklı dokuların tedavisi yönünde işlev görürler.
Tıpta; erimiş mineraller içeren termal sularla yapılan kür uygulamalarına balneoterapi, tatlı sularla yapılan kür uygulamalarına hidroterapi, sağlıklı iklim ve ortamlarda bulunarak yapılan iklimsel kürlere klimaterapi ve deniz ikliminde deniz suyu ile yapılan kürlere talassoterapi, çamur banyosu halinde yapılan kürlere peloidoterapi, mağara mekanları kullanılarak uygulanan kürlere speleozerapi, güneş aracılığı ile uygulanan kürlere helioterapi adı verilmektedir. Genelde bu tedavi türleri, tıbbi termal tedavi ve dinlenme merkezlerinde fizik tedavi, rehabilitasyon, mekanoterapi, egzersiz, psikoterapi, diyet gibi yardımcı tedavilerle desteklenmektedir.
Yukarıda sözü edilen kürlerin kişiler üzerinde yarattığı etkileri iki yönde ele almak mümkündür:
1 - Özel etkiler2- Genel etkiler.
Kürün özel etkisi; fiziksel açıdan suyun fiziksel özelliği, sıcaklığı, hidrostatik basıncı, özgül ağırlığı, buna bağlı olarak kaldırma kuvveti ve iletkenliği ile oluşur. Suyun kimyasal özelliklerine bağlı olarak oluşan özel etkinin kaynakları, sudaki mineral ve gazların türü, yoğunluğu ve vücut tarafından emilme kapasitesidir. Ayrıca kaplıcanın bulunduğu yerin iklimi, yerel radyasyon özellikleri, havanın sıcaklığı ve nem oranı, basınç, rüzgar özellikleri, elektriksel iyon yoğunluğu kürün vücut üzerindeki özel etkilerinde değişiklikler yaratır. Ayrıca maden suyunun kaynağı dolayında bulunan bitki örtüsü ve hayvan toplulukları, suyun fiziksel ve kimyasal değişime uğramasına, neden olarak özel etkileri olumlu veya olumsuz yönlendirebilir.
Kürün (doktor denetiminde) sürekli ve düzenli olarak uygulanmasıyla elde edilen olumlu değişikliğe genel etki adı verilir ki kür uygulamasının birincil amacı bu tedavi etkisini elde edebilmektir.

Genel etki fikri,

1- Hastalığa neden olan etmenlerin ortadan kaldırılmasını,
2- Eksiği tamamlamayı,
3- Kimyasal maddeler aracılığı ile organ fonksiyonlarının yönlendirilmesini,
4- Tembih etme ve egzersiz tedavisi yapılmasını içerir.

Türkiyede ziyaret edebileceğiniz birçok kaplıcanın özellik ve iletişim bilgileri
BURSA-Çekirge
Su sıcaklığı: 31 °C ve 46°C arasında değişir.
Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma, karaciğer, safra kesesi ve böbrek hastalıkları, jinekolojik ve metabolik rahatsızlıklar, ameliyat sonrası problemler.
Tedavi şekli: Şifalı suyu içerek ve şifalı su banyosu yoluyla hastalığın türüne göre iki farklı tedavi önerilir.
Eski Kaplıca Sokak, Çekirge, Bursa
Tel: (224) 233 93 00
Bursa Turizm Ofisi: Tel: (224) 253 30 44 - (224) 256 70 76
YALOVA-Termal
Su sıcaklığı: 60°C ve 65°C arasında değişir.
Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma, sindirim sistemi hastalıkları, sinir sistemi bozuklukları, idrar yolları iltihapları ve metabolik rahatsızlıklar.
Tedavi şekli: Şifalı suyu içerek ve şifalı su banyosu yoluyla hastalığın türüne göre iki farklı tedavi önerilir.
Termal Otel Tel: (226) 675 74 00
Yalova Turizm Ofisi: Tel: (226) 813 85 07
BOLU-Büyük Kaplıca
Su sıcaklığı: 42°C ve 44°C arasında değişir.
Tedavi edilen hastalıklar: Safra kesesi ve böbrek hastalıkları, kan dolaşımı ve solunum yolu hastalıkları.
Tedavi şekli: Şifalı suyu içerek, soluyarak veya şifalı su banyosu yoluyla hastalığın türüne göre üç farklı tedavi önerilir.
Bolu Termal Karacasu Mevkii Bolu
Tel: (374) 262 84 72
Bolu Turizm Ofisi: Tel: (374) 212 22 54 - (374) 215 54 79
BALIKESİR - GÖNEN
Su sıcaklığı: 73°C
Tedavi edilen hastalıklar: Kronik abselerin yol açtığı hastalıklar, iç hastalıklar, jinekolojik ve psikolojik rahatsızlıklar.
Tedavi şekli: Şifalı suyu içerek, soluyarak veya şifalı su banyosu yoluyla hastalığın türüne göre üç farklı tedavi önerilir.
Yıldız Kaplıca Hotel Banyolar Cad. 24 Gönen
Tel: (266) 762 30 17 ? (266) 762 18 40
Balıkesir Turizm Ofisi Tel: (266) 241 18 20
İZMİR - BALÇOVA
Su sıcaklığı: 62°C ve 80°C arasında değişir.
Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma ve sindirim sistemi hastalıkları, kaza veya ameliyat sonrası hastalıkları, kireçlenme ve metabolik rahatsızlıklar.
Tedavi şekli: Sıcak mineral banyoları, sauna, su masajı, fizik tedavi, elektro terapi ve kinesiterapi seansları.
Hotel Agamemnon Kaplıcası
Vali Hüseyin Öğütçen Cad. 2, Balçova, İzmir
Tel: (232) 259 01 02
İzmir Turizm Ofisi: Tel: (232) 283 80 86
İZMİR-ÇEŞME
Su sıcaklığı: 55°C
Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma, deri hastalıkları ve jinekolojik hastalıklar. Kaplıca, kasların ve sinirsel yorgunlukların tedavisinde önerilir.
Tedavi şekli: Sıcak mineral banyoları, su masajı, elektroterapi ve kinesiterapi seansları.
Altın Yunus Tatil Köyü Boyalı Mevkii, Çeşme, İzmir
Tel: (232) 723 12 50
İzmir Turizm Ofisi Tel: (232) 483 80 83
DENİZLİ - PAMUKKALE
Su sıcaklığı: 36°C ve 38°C arasında değişir.
Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma, deri hastalıkları ve jinekolojik hastalıklar, aşırı fiziksel ve sinirsel yorgunluklar, sindirim sistemi bozuklukları.
Tedavi şekli: Sıcak mineral banyoları.
Hotel Club Colossea Karahayıt, Pamukkale, Denizli
Tel: (258) 271 41 56 - 271 43 73
Denizli Turizm Ofisi Tel: (258) 264 39 71 - (258) 261 33 93
MUĞLA - KÖYCEĞİZ - DALYANKÖY
Su sıcaklığı: 32°C ve 42°C arasında değişir.
Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma, deri hastalıkları ve jinekolojik hastalıklar, aşırı fiziksel ve sinirsel yorgunluklar.
Tedavi şekli: Çamur banyosu ve sıcak mineral su banyosu.
Köyceğiz Turizm Ofisi Atatürk Kordonu, Muğla, Köyceğiz
Tel: (252) 262 47 03
Muğla Turizm Ofisi Tel: (252) 214 12 61
KÜTAHYA-llıca ve Yoncalı
Su sıcaklığı: Ilıca Harlek: 25°C ve 43°C arasında değişir.
Yoncalı: 32°C ve 36°C arasında değişir.
Ilıca Su: 78°C-79°C
Murat Dağ: 31 °C-42°C
Eynal:163°C
Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma, deri ve sinir hastalıkları, jinekolojik hastalıklar, ciğer, böbrek ve safra kesesi hastalıkları. Yoncalı sıcak su kaynağı gut, uykusuzluk, lumbago ve kırık tedavilerinde özellikle tavsiye edilir.
Tedavi şekli: Sıcak mineral su banyosu, buhar banyosu.
Hotel Ilıca Harlek Ilıca Kaplıcaları, Kütahya
Tel: (274) 245 22 24 (3 hat)
Yoncalı Tedavi Merkezi Yoncalı Kaplıcaları,
Kütahya Tel: (274) 249 42 12
Kütahya Turizm Ofisi Tel: (274) 223 10 78 - (274) 223 19 62
AFYON - ÖMER
Su sıcaklığı: 42°C ve 53°C arasında değişir.
Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma, deri hastalıkları ve jinekolojik hastalıklar sinirsel yorgunluklar, böbrek problemleri, gastroanterit, kireçlenme ve kasların güçlendirilmesi.
Tedavi şekli: Banyolar, masaj seansları, elektroterapi ve kinesiterapi seansları.
Termal Resort Oruçoğlu Kütahya Karayolu 14km,
Afyon Tel: (272) 251 50 50 ? (272) 251 35 04
Afyon Turizm Ofisi Tel: (272) 213 54 47
ANKARA
Su sıcaklığı: Kızılcahamam 50°C ve 51 °C arasında değişir.
Ayaş 31 °C
Haymana 44°C
Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma, çocuk felci hastalıkları, jinekolojik hastalıklar, kan dolaşımı, tansiyon, solunum rahatsızlıkları, böbrek taşı.
Tedavi şekli: Şifalı suyu içerek ve şifalı su banyosu yoluyla hastalığın türüne göre iki farklı tedavi önerilir.
Ayaş İçme ve Kaplıcaları
Ayaş İçmeceleri, Ankara
Tel: (312) 718 31 01
Ankara Turizm Ofisi Tel: (312) 259 26 31
KONYA - ILGIN
Su sıcaklığı: 42°C
Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma, karaciğer, safra kesesi hastalıkları, metabolik rahatsızlıklar.
Tedavi şekli: Şifalı suyu içerek, soluyarak veya şifalı su banyosu yoluyla hastalığın türüne göre üç farklı tedavi önerilir.
Konyalı Turizm Ofisi Tel: (332) 350 64 89
SİVAS - KANGAL
Su sıcaklığı: 35°C ve 50°C arasında değişir.
Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma, deri hastalıkları, sinir bozukluklar. İçindeki tuz ve kükürt miktarı nedeni ile suyun içinde yer alan küçük balıklar yaraları emerek deri hastalıklarının iyileştirilmesinde idealdir.
Tedavi şekli: Şifalı su banyosu.
Sivas Belediyesi Kaplıca Müdürlüğü
Tel: (346)221 01 10-11 -12
Valilik Turizm Ofisi Tel: (346) 221 31 35 22135 35

Migren Nedir?

Migren, çoğunlukla ataklar halinde gelen bir baş ağrısı tipidir. Ataklar 4 saatten 72 saate kadar değişen uzunluklarda olabilir. Kişi ataklar arasında kendini tamamiyle normal hisseder, ancak bir sonraki atağın endişesi içindedir. Eskiden "sadece bir baş ağrısı tipi" olarak görülen migren, artık başlı başına bir nörolojik hastalık olarak kabul edilmektedir.
Migren ağrısı genellikle orta şiddette ya da şiddetlidir ve kişinin normal aktivitelerini engelleyebilir, hem migren yakınması olan kişinin hem de yakınlarının yaşam kalitesini bozabilir. Baş ağrısı zonklayıcı ya da nabızla birlikte atan şekilde hissedilebilir ve başın tek bir yanında yerleşebilir. Bulantı, kusma, ışığa veya sese karşı hassasiyet baş ağrısına eşlik edebilir.
Migren kadınlarda erkeklerden daha sık görülür; kadınlarda %18.6 ve erkeklerde %6.5 oranında görülmektedir. Yapılan çalışmalarda bir hekim tarafından tanı konulmamış olan migren hastası oranının kadın hastalarda %59'a, erkeklerde ise %70'e ulaştığı gözlenmiştir.
Birçok kişide ağrı ve diğer semptomlar o kadar şiddetlidir ki, sadece karanlık bir odada yatıp uyumak isterler. Bu da günlük yaşantıyı aksatır. Oysa ki migren ilaçla tedavi edilebilir. Günümüzde migreni önleyen ya da tedavi eden çok sayıda ilaç bulunmaktadır.
Migrenin Nedeni Nedir?
Migrenin neden ortaya çıktığı tam olarak bilinmemektedir. Migrenin beyindeki kan damarları ve elektriksel sinir uyarısını ileten kimyasal maddelerdeki değişikliklere bağlı olduğu düşünülmektedir, ancak bu değişikliklerin neden oluştuğu konusunda araştırmalar halen sürmektedir. Migren gelişme eğiliminin kalıtımla geçip geçmediğini bilmiyoruz. Çalışmalara göre, eğer anne-babadan birinde migren varsa, çocukta da olma olasılığı %40'tır. Eğer her ikisinde de migren varsa, çocukta da %75 olasılıkla migren görülecektir. Tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerine göre migrene yatkınlık daha fazladır.
Birçok kadında adet kanamasından hemen önce östrojen hormonu düzeylerinin azalması migren ağrısına yol açabilir.
Birçok faktör migreni başlatabilir. Bu tetikleyici faktörlere karşı duyarlı olan kişiler, bu faktörlerden uzak durarak migrenin getirdiği kısıtlamalardan büyük ölçüde kurtulabilirler.
Migreni Tetikleyen Faktörler
Yiyecekler:Eski peynir, çerez, çikolata, yoğurt, soğan, incir, karaciğer, kafeinli yiyecekler, monosodyum glutamat (MSG), tütsülenmiş (füme) ya da salamura balık/et, koruyucu madde olarak nitrat/nitrit eklenmiş gıdalar (sosisli sandviç, sucuk, salam)
İçecekler:Kahve, çay, kafeinli meşrubatlar, diyet soda, alkollü içkiler (özelikle kırmızı şarap, bira, viski)
Katkı maddeleri:Sodyum nitrit (sosisli sandviç, işlenmiş etler), monosodyum glutamat (MSG) (Çin yemekleri ve birçok restoran yemekleri), aspartam (sakızlar, diyet içecekler, et, süt, yumurta ve birçok protein içeren besinde aspartam vardır), tiramin (eski peynir, kırmızı şarap, bakla, salamura edilmiş veya işlenmiş yiyecekler), fenolik flavonoidler (elma, kabuksuz meyvalar, üzüm)
İlaçlar:Antibiyotikler (tetrasiklin, griseofulvin), antihipertansifler (nifedipin, kaptopril), hormonlar (oral kontraseptifler, östrojenler), histamin-2 blokerleri (simetidin, ranitidin), vazodilatörler (nitrogliserin, izosorbid dinitrat)
Duyusal ve Duygusal Uyaranlar:Titreşen/parlak/fluoresan ışıklar, parlak gün ışığı, kokular (parfüm, kimyasal maddeler, sigara), endişe, aşırı üzülmek veya aşırı sevinmek, depresyon, aşırı heyecan, stresten veya baskıdan kurtulma
Yaşam Tarzı Değişiklikleri:Zaman farkı, çok fazla ya da az uyumak, aç kalmak, kafeinsiz kalmak, aşırı egzersiz yapma, fiziksel veya zihinsel yorgunluk, öne eğilmek (örn. bahçe işleri yaparken), ağırlık kaldırmak veya zorlanmak, rutin yaşam biçiminde değişiklik (örn. vardiya çalışması veya tatiller), çok fazla veya çok az uyku, alerji, cinsel yönden uyarılma, sigara.
Diğerleri:Adet dönemi, hava/mevsim/barometrik basınç değişiklikleri, deniz seviyesinden çok yukarıda bulunmak
Migreninizi hangi faktörlerin tetiklediğini bilmeniz önemlidir. Bunun için atak geldiği sırada neler yiyip içtiğinizi düşünebilirsiniz. Bunun için bir migren günlüğü tutmak uygun olabilir.
Bu günlükte, "Olası tetikleyiciler" kısmına en son aktivitelerinizi, diyet, stres ve ilaçları yazın. Bunlar sizin neyin migrene yol açtığını anlamanıza yardım edecektir. Böylece hem nelerden uzak durmanız gerektiğini görür, hem de bu günlüğü doktorunuza gösterebilirsiniz.
Migrenin Belirtileri Nelerdir?
Başlangıçta bir baş ağrısının migren mi, yoksa "sıradan" bir baş ağrısı mı olduğunu söylemek zor olabilir. Migren ataklarını diğer baş ağrılarından ayırabilen özellikleri şunlardır:
· Orta şiddette ya da şiddetli ağrı· Bulantının eşlik etmesi· Kusmanın eşlik etmesi · Işığa ve sese duyarlılık (bazen kokuya duyarlılık) · Zonklayıcı, nabız gibi atan ağrı · Ağrı asıl olarak tek taraflıdır · Ağrı hareketle artar
Bazı kişilerde migren ağrısından önce 10-30 dakika sürebilen bir aura dönemi olur. Aura parlak ışık çakmaları, titrek, renkli zikzak çizgiler, kör noktalar ya da bir tarafta görme kaybı gibi görsel değişiklikleri içerebilir. Aura ayrıca kollar veya bacaklarda karıncalanma ya da uyuşmayı veya baş dönmesini de içerebilir. Auranın nedeni hala bilinmemektedir.
Belirtilerinizin başka bir fiziksel sorundan değil migrenden kaynaklandığından emin olmak için, doktora gitmelisiniz. Belirtilerinizi gözden geçirdikten ve sizi muayene ettikten sonra doktorunuz migren olduğunuzu söyleyecek ya da diğer olasılıkları ekarte etmek için ileri testler isteyecektir.
Migren Nasıl Tedavi Edilir?
Günümüzde, devam eden araştırmalar sayesinde hekimler migren hakkında daha fazla şey biliyor ve migreni önlemek ya da tedavi etmek için daha fazla seçenek bulunuyor. Çok sık atak geçiren migren hastaları için hekimler sıklıkla önleyici ilaç tedavisini tercih etmektedir. Tedaviler hekimlerin önerdiği şekilde uygulanınca atakların sıklığı ve şiddeti azalabilmektedir. Ayrıca migrenin ilaç dışı tedavi yolları da ilaç tedavisine destek olarak kullanılmaktadır.
Migren günlük hayatınızı engelleyebilir; çalışmayı, aile hayatını veya hobileri olumsuz yönde etkileyebilir. Migrenin neden olduğu tüm güçlükleri gözden geçirin ve doktorunuzla konuşun, böylece migreniniz için en doğru olanı yapabilirsiniz.

ASTIM!!

Astım nedir? Astım, hava yollarının çeşitli uyaranlara artmış yanıtının söz konusu olduğu, tekrarlayıcı, kendiliğinden veya tedavi ile tamamen veya kısmen geri dönüşümlü öksürük, hırıltı, nefes darlığı gibi belirtilerinin yer aldığı bir hastalıktır.Neden olur?Çocukluk çağında % 90 oranında allerjik kökenli olduğu bilinmektedir. Yıl boyu maruz kalınan ev içi allerjenlerin bronşlarda yarattığı allerjik iltihabi durum, soğuk hava, egzersiz, viral solunum yolu enfeksiyonları, kimyasal buharlar, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi nonspesifik uyaranlarla temas sonucu astım belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olur. Bunun yanında spesifik olarak allerjinin söz konusu olduğu ev dışı allerjenlerle temas sonucu genellikle mevsimsel olarak aynı tablo gözlenmektedir.
Nasıl seyreder?Astım tanısı alan çocukların çoğunun hayatın ilk 2 yılında belirti verdiği saptanır. İlk yıllarda öksürük ve hırıltının ana uyaranı viral solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Bu yaşlarda akciğerlerin gelişiminin henüz tamamlanmamış olması, küçük hava yolu çaplarının dar, kıkırdak dokunun az olması, tekrarlayıcı bronş daralmasına katkıda bulunur. Dört beş yaşlarında akciğerlerin gelişiminin tamamlanması ile erken yaşlarda astım belirtileri gösteren birçok çocukta klinik olarak düzelme gözlenmektedir. Düzelmeyen bir grup hasta ve daha geç astım tanısı almış çocukların bir kısmı da ergenlik çağında klinik bir iyilik dönemine girerler. Genel olarak çocukluk çağında astım tanısı almış hastaların yaklaşık %50-60'ı ergenlik döneminde iyileşirler. İyileşen olguların bir bölümü orta yaş döneminde tekrar hastalık belirtileri göstermeye başlayabilmektedirler.
Nasıl teşhis edilir? Astım tanısı koymada en değerli tanı aracı öyküdür. Öksürük, hırıltı ve / veya nefes darlığı belirtilerinin gece kötüleşmesi şiddetle astımı düşündürür. Yattıktan sonra veya sabaha karşı yaklaşık 30 dakika süreyle devam eden ve bronş genişletici ilaçlara olumlu yanıt veren öksürük aksi ispat edilene kadar astım kabul edilmelidir.
Akciğer fonksiyonları nasıl değerlendirilir? Astımda akciğer fonksiyonlarının ölçülmesi gerek tanı gerekse tedaviye yanıtın değerlendirilmesi açısından büyük önem taşır. Spirometre ile ölçülen solunum fonksiyonlarında zorlu nefes verme sırasında yapılan ölçümlerin sağlıklı bireylerle yapılan karşılaştırılması ve tedavi ile bu değerlerin göstermekte olduğu düzelme değerlendirilmektedir.
Allerji nasıl belirlenir? Astıma neden olması olası allerjinin hangi maddeye karşı geliştiğinin saptanmasında allerji deri testleri kullanılır. Ön kol ön yüzüne veya sırta delme metodu ile uygulanan deri testinde ciltteki kızarma ve kabarmanın şiddetine göre değerlendirme yapılıp, hastanın neye allerjisi olduğu saptanmaktadır.
Allerji deri testi uygulamasının mümkün olmadığı, 3 yaş altı çocuklar, yaygın allerjik egzaması olan hastalar, antihistaminik içeren ilaç kullanmakta olanlar, ciltte dermografismus adı verilen cilde bastırma sonucu kabarma reaksiyonu verenlerde, kanda spesifik immünoglobulin E düzeyi saptanması yöntemiyle allerjen tespiti yapılabilir.
Astım nasıl tedavi edilir? Tüm allerjik hastalıklarda olduğu gibi astımda da birinci basamak tedavi alleji geliştirilmiş olan maddeden uzak durmaktır. Uygun öneriler doğrultusunda alınacak çevre önlemleri ile hastalık belirtilerinin ve bronşlardaki aşırı duyarlılığın belirgin derecede azalması mümkündür.
Çevre önlemlerinin yeterli olmadığı, ilaç tedavisinin uygun görüldüğü hastalarda havayolu ile akciğerlere çekilip bronşları tedavi eden sprey ilaçlar kullanılmaktadır. Bunlar sadece bronşları gevşetici özelliğe sahip rahatlatıcılar ve allerjik iltihabın yarattığı aşırı bronş duyarlılığını azaltmak yoluyla tedavi edici özelliğe sahip olanlar olarak ikiye ayrılabilir. Son yıllarda bu amaca yönelik kana karışma oranı en aza indirilmiş, kortizonlu ilaçlara özgü yan etkileri ağızdan alınanlara kıyasla çok çok az olan yeni jenerasyon kortizon bazlı sprey ilaçlar geliştirilmiştir. Allerjinin bronşlarda yapabileceği kalıcı hasarı önlemede tek seçenek olarak sunulan bu ilaçlarla astım belirtileri en aza indirilmektedir.

Kanser Nedir?

Kanser, günümüzün en önemli sağlık sorunlarından birisi. Sık görülmesi ve öldürücülüğünün yüksek olması nedeniyle de bir halk sağlığı sorunu.
- Anormal hücrelerin kontrolsüz çoğalması ve yayılması olarak tanımlanan kanserin sebebi, belirtileri, tedavi ve korunma yöntemleri...
Ülkemizde 1970’li yıllarda sebebi bilinen ölümler arasında 4. sırada yer alan kanser, son yıllarda kardiyovasküler sistem hastalıklarından sonra 2. sıraya yükseldi. Kanserin sebebi nedir?Çevresel ve içsel nedenler olarak ikiye ayrılabilir. Çevresel nedenler (kimyasal, radyasyon, viruslar gibi) ve içsel nedenler (hormonal, bağışıklık bozuklukları, kalıtsal mutasyonlar ve diğer genetik nedenler gibi) birlikte veya ardışık olarak hücreleri etkileyerek uzun yıllar içinde kansere yol açabilirler.Hangi organlarda kanser olur?Kanser tek bir hastalık olmayıp, vücuttaki tüm doku ve organlarda kanser gelişebilir.İyi huylu ve kötü huylu tümör ne demektir?İyi huylu tümörler kanser değildir. Başka bölgelere yayılmazlar. Tamamen çıkartıldığı zaman genellikle tekrarlamazlar. Kötü huylu tümörler ya da kanser ise komşu organ ve dokulara yayıldığı gibi, lenf ve kan yoluyla uzak organlara da yayılır. Uzak organlardaki yayılımına metastaz (yayılma) denir.
Sigarayı bırak, kanser riskini azalt

Kanser ne sıklıkla görülen bir hastalıktır?Erişkinlerde her yıl 100 bin nüfus için 150-300 kişi kansere yakalanır. Ülkemizde her yıl 150 bin kişinin kansere yakalandığı tahmin edilir.Kanserden korunmak mümkün mü?Sigara ve alkol kullanımı ile gelişen kanserlerin önlenmesi mümkün. Bu maddelerin kullanılmaması ile tam koruma mümkün olur. Ayrıca güneş ışınlarından korunma ile deri kanserinden çok yüksek oranlarda korunmam mümkün. Kanserden korunmada beslenmenin de rolü büyük.Kanserden nasıl korunabilirsiniz? Sigara içmeyerek, beslenme alışkanlıklarına ve yaşam tarzına dikkat ederek, güneş ışınlarından korunarak kanserden korunmak mümkün.Sigara ve tütün kullanımından kaçınmak: Sigara ve tütün ürünlerinin akciğer kanseri, ağız, yutak (farinks), soluk borusu (larinks), yemek borusu, pankreas, rahim ağzı (serviks), böbrek ve idrar torbası (mesane) kanserlerine yol açtığı kesin olarak biliniyor. Bu nedenle sigarayı içmeyerek bu kanserlerdenkorunubilirsiniz. Sadece sigara içenler değil, pasif sigara içicileri de bu hastalıklara karşı risk altında bulunur.Beslenme ve diyet: Bitkisel kaynaklı besinlerin fazla tüketilmesi, özellikle hayvansal kaynaklı yüksek yağlı gıdaların sınırlandırılması, bitkisel yağların tercih edilmesi, fiziksel olarak aktif olup, egzersiz yapılması ve ideal ağırlığın korunması, alkol tüketiminin sınırlandırılması kanserden korunmada etkin rol oynuyor.Güneş ışınlarından korunma: Bazal ve skuamöz hücreli deri kanserleri güneş ışınlarına maruz kalma sonucunda ortaya çıkıyor. Bu nedenle güneş ışınından korunulması ile bu kanserlerin gelişimi engellenebilir.

Kanserle mücadelede eğitim şar

Erken tanı işe yarar mı?Kişilerin kendi kendini muayenesi, kontrol muayeneleri ve taramalar ile erken tanı mümkün. Böylece hastalığı daha erken tanı konulabildiğinden tedavi şansı da yükseliyor. Buradan hareketli hiç şikayeti olmayanlar bile düzenli doktor kontrolleri yaptırmaları öneriliyor. Erken tanı için bazı öneriler:Meme kanseri: 40 yaş ve üzerindeki kadınlar her ay kendi kendine meme muayenesi yapmalı, yılda bir kez doktor muayenesi ve mamografi yaptırmalı. 20-39 yaşındaki bayanlar ise her ay kendi kendine meme muayenesi yapmalı, 3 yılda bir de mamografi yaptırmalı. Kalın Bağırsak Kanserleri: 50 yaşından sonra dışkıda gizli kan testi, belirli aralıklarla sigmoidoskopi, kolonoskopi ve bağırsak filmi çekilebilir. (Ayrıntı için doktorunuza danışınız.)Rahim kanserleri:Cinsel olarak aktif olanlar ve 18 yaşın üzerinde olanlar yılda bir kez PAP testi ve pelvik muayene yaptırmalı. Ardışık üç muayene normalse daha seyrek yapılabilir.Prostat kanseri: 50 yaş ve üzerindeki erkekler yılda bir kez doktor muayenesi ve PSA (prostat spesifik antijen testi) yaptırmalı.Kanserin başlıca belirti ve bulguları nelerdir?Kanserin belirti ve bulguları köken aldığı doku ve organlara göre değişir. Hatta bazen hiç belirti ve bulgu vermeden kontrol muayenelerinde kanser tanısı konulabilir.Aşağıdaki belirtilere dikkat edin: Dışkılama ve idrar alışkanlıklarında değişiklikler Uzun süren, iyileşmeyen yaralar Beklenmeyen kanama ve akıntılar Meme veya başka organlarda elle hissedilen şişlikler Yutma güçlüğü veya hazımsızlık Siğil ve benlerde belirgin değişiklik Uzun süren ses kısıklığı ve öksürük Bu bulgular her zaman kanser demek değildir. Ancak nedenlerinin belirlenmesi için mutlaka bir doktora başvurulması gerekir. Kanser bulaşıcı bir hastalık olmayıp, erken tanısı ve tedavisi mümkün bir hastalık grubudur.Kanser nasıl tedavi edilir? Cerrahi, radyoterapi, kemoterapi, hormonoterapi, immünoterapi başlıca tedavi yöntemleridir.Kanserden kurtulmak ne oranda mümkündür? Tüm kanser türleri birlikte değerlendirildiğinde erişkin kanserlerinde % 60, çocuk kanserlerinde ise % 77 oranında iyileşme mümkündür. Ancak hastalığın cinsi, yaygınlığı, uygulanan tedavi gibi bazı faktörler tedavi şansını doğrudan etkiler.
KAYNAK: Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu