2008-10-11

Kan testi ile Alzheimer teşhisi

Yapılan çalışmaya göre, Alzheimer riski erken yaşlarda bile yapılan basit bir kan testi ile teşhis edilecek.Yapılan çalışmaya göre amiloid beta peptid seviyeleri hastalık baş göstermeden önce artıp, hastalıkla birlikte azalıyor.

New York, Columbia Üniversitesi Medical Center'deki araştırmacılara göre, çok yakında basit bir kan testi ile Alzheimer riski taşıyan kişileri belirlemek mümkün olabilecek. Araştırmacılar Amiloid Beta (AB42) adı verilen bir peptidin kan plazma seviyelerinin Alzheimer başlangıcından önce arttığı ve hastalık baş gösterdikten kısa bir süre sonra, muhtemelen AB42 beyinde hapsolduğu için, azaldığını saptadılar. Çalışmanın öncü yazarı Nicole Schupf'un bu konudaki görüşleri şöyle; "Bugüne kadar, AB42'nin en güvenilir ölçümü serebrospinal sıvıda yapılmaktaydı. Kan alımları ise bundan çok daha rahat bir şekilde yapılabiliyor.

" Çalışma Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinin online Eylül sayısında yayınlandı. Çalışma yazarı, epidemiyoloji profesörü Dr. Richard Mayeux'un belirttiğine göre, bu bulgu kalp krizi öyküsü olan hastalarla benzerlik gösteriyor. Tipik olarak bu kişilerin kan dolaşımlarında kalp krizi öncesi lipid düzeylerinde artış, kalp krizi sonrasında ise düşüş söz konusu. Halihazırda, Alzheimerla ilişkili kognitif bozukluklar hastalık seyri boyunca takip edilebiliyor, fakat Alzheimer'in patolojik ilerleyişini izlemede güvenilir bir yöntem henüz geliştirilmiş değil. Araştırmacılara göre kanda AB42 seviyelerinin güvenilir ölçümü, Alzheimer başlangıcını çok önceden öngörmeyi mümkün kılacak. Böylece hastalıkla mücadelede önemli bir adım atılmış olacak.
HealthDay News

Aspirin, Göğüs Kanseri Riskini Azaltıyor

Londra Guy’s Hospital uzmanları tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre, Aspirin ve benzeri ilaçların göğüs kanseri riskini yüzde 20 oranında azalttığı belirlendi. International Journal of Clincal Practice dergisinde bu ay içinde yayınlanacak olan araştırma sonuçlarına göre, Aspirin kullanan kadınlarda göğüs kanseri riskinde yüzde 20 oranında düşüş olduğu sonucuna ulaşıldı.

Araştırmaya göre, meme kanseri hastalarında COX enzimi ve prostaglandinlerin anormal olarak yüksek olduğu ve Aspirin gibi steroid olmayan antienflamatuvar ilaçların (NSAİİ) COX enzimini inhibe ederek prostaglandin sentezini azalttığı görüldü. Bu sonuca göre meme kanserinden korunmada ve tedavisinde NSAİİ’lerin etkili bir rolü olabileceği belirtiliyor. Aspirin’in göğüs kanseri hastalarında kanser hücrelerinin büyümesini yavaşlatan maddelerin miktarını artırdığı ve buna paralel hastalığa bağlı ölümlerde azalma olduğu da kaydediliyor.


Araştırmacılar, göğüs kanseri riskini azaltmak için kullanılması gereken optimal doz ve kullanım süresi ile ilgili daha detaylı araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor.Berlin Teknik Üniversitesi ve Teknoloji ve Yönetim Bölümü’nün 2001 ve 2005 yılları arasında gerçekleştirdiği bir başka meta- analiz ve meta- regresyon gözlemlerine göre ise, “Aspirin kullanılan her yılın göğüs kanseri riskini yüzde 2 oranında azalttığı” sonucuna ulaşılmıştı.

Kompetenznetz-leukaemie
Das Netzwerk umfaßt alle größeren Studiengruppen in Deutschland, die sich zur Zeit mit Leukämien (CML, AML, ALL, MDS, bcr-abl-negative CMPE) in der Forschung und in der Verbesserung der Versorgung befassen. Förderung durch Bundesministerium für Bildung, Forschung, Wissenschaft und Technologie
Deutsche Leukämiehilfe
Bundesverband der Selbsthilfeorganisationen zur Unterstützung von Erwachsenen mit Leukämien und Lymphomen e.V. Sehr nützliche Links von Tumorzentren, niedergelassene Onkologen bis Register für Knochenmarkt- und Stammzelltransplantation, insgesamt empfehlenswert.
DKMS Deutsche Knochenmarkspenderdatei
DKMS Deutsche Knochenmarkspenderdatei gemeinnützige Gesellschaft besitzt die größte Einzeldatei weltweit. Links über das Thema Knochenmarkspende. Angebot auch in türkischer und englischer Sprache.

Angiologie - Gefässkrankheiten (Angiology) / Kliniken - Ärzte
Kliniklisten-Übersicht für Herz- und Gefässkrankheiten
Fachkliniken - Gesamtübersicht
Wir nehmen nur Kliniken auf, die unsere Aufnahmekriterien erfüllen. Der
"Volumen-Effekt" ist unser wichtigstes Qualitätskriterium: Anzahl der Eingriffe und Operationen pro Jahr.
Bad Krozingen
Herz-Zentrum Bad Krozingen, Angiologie
Abteilungschefarzt: Dr. med. Thomas Zeller
Schwerpunkte:
Primär nicht invasive Diagnostik und Nachsorge nach Katheterinterventionen arterieller und venöser Durchblutungsstörungen (Farbduplexsonographie, 1,5 Tesla MR-Angiographie, 64-Zeilen Mehrschicht-CT-Angiographie).
Kathetertherapie von Durchblutungsstörungen der Halsarterien, Nierenarterien, Mesenterialarterien und Becken-Bein-versorgenden (insbesondere Unterschenkel) Arterien mit Techniken wie Atherektomie, Laser, Rotationsthrombektomie. Dabetisches Fuß-Syndrom
In Kooperation mit der gefäßchirurgischen Abteilung vom Herz-Zentrum Bad Krozingen Implantation von Endoprothesen bei aortalen Dissektionen und Aneurysmata.
Behandlung thrombembolischer venöser Erkrankungen bis hin zur lokalen Lyse oder PTA bei akuten Lungenembolien.
Bad Neustadt/ Saale
Herz- und Gefäß-Klinik, Bad Neustadt/Saale
Leitung: Prof. Dr. Sebastian Kerber
Bad Säckingen
Hochrheinklinik Bad Säckingen, Gefäßzentrum und Diabetologie
Leitung: Dr. A. Dohmen
Berlin
Evangelisches Krankenhaus Königin Elisabeth Herzberge
Gefäßzentrum Berlin
Leitung: Prof. Dr. Karl-Ludwig Schulte
Dresden
Klinik und Poliklinik III, AbteilungAngiologie (Gefäßmedizin), Universitäts GefäßCentrum
Direktor: Prof. Norbert Weiss
Krankenhaus Dresden-Friedrichstadt, II. Medizinische Klinik
Chefarzt: Prof. Dr. med. S. Schellong
Düsseldorf
Medizinischen Klinik, Abteilung für Kardiologie, Angiologie, Elektrophysiologie und Intensivmedizin im Evangelischen Krankenhaus Düsseldorf.
Chefarzt: Prof. Dr. med. Ernst G. Vester
Frankfurt
Institut für Diagnostische und Interventionelle Radiologie, Universitätsklinikum Frankfurt
Direktor: Prof. Dr. Thomas J. Vogl
Schwerpunkte:
3D-Abbildungsverfahren
Thermische Ablation mit Excimer-Laser
Studien zu verschiedenen Stents
Endovaskuläre Therapie von thorakalen Aortenläsionen
Heidelberg
Innere Medizin III: Kardiologie, Angiologie und Pneumologie
Direktor: Prof. Dr. H. A. Katus
Leitung: PD Dr. E Blessing
Schwerpunkte:
PTA an peripheren Gefäßen, Nierenarterien, Carotiden
Duplexsonographische Untersuchungen bei pAVK
Erkrankungen der Mikrozirkulation wie Raynaud Syndrom
venöse Erkrankungen
Karlsbad-Langensteinbach
Klinikum Karlsbad Langensteinbach, Gefäßzentrum, Angiologie und Kardiologie
Chefarzt: Prof. Dr. med. Curt Diehm
Schwerpunkte:
PAVK mit kritischer Extremitätenischämie
Diabetisches Fuß-Syndrom
Vaskulitiden (entzündliche Gefäßerkrankungen)
Wundbehandlung bei chronischen Ulzerationen
Therapie von Thrombosen und cerebralen Durchblutungsstörungen
Leipzig
Herzzentrum Leipzig, Angiologische Abteilung
Leitung: Prof. Dr. G. Biamino und Dr. D. Scheinert
Mannheim
Diakonie Krankenhaus Mannheim, Abteilung Angiologie
Leítender Arzt: Dr. K. Amendt
Schwerpunkte:
Arteriellen Durchblutungsstörungen (Raucherbein)
Diabetisches Fußsyndrom
Erkrankungen der Venen und der Lymphgefäße
München
Medizinische Poliklinik Innenstadt Klinikum der LMU
Angiologie - Interdisziplinäres Gefässzentrum
Leitung: Prof. Dr. med. U. Hoffmann
Schwerpunkte:
Interventionelle Kathetertherapie von Durchblutungsstörungen der Becken- und Beingefässe sowie der Nierenarterien
Stenting der A. Carotis
Venenthrombose / Lungenembolie
Entzündliche Gefäßerkrankungen
Rostock
Abteilung für Kardiologie, Univ. Rostock
Direktor: Prof. Dr. med. Nienaber
Aortenaneurysma: geringe Komplikationen bei Katheter-Therapie aortaler Aneurysmen
Wesel
Marienhospital Wesel, Kardiologisch-Angiologische Abteilung
Chefärztin: Prof. Dr. Christiane Tiefenbacher
Schwerpunkte:
Primär nicht invasive Diagnostik arterieller und venöser Durchblutungsstörungen (Farbduplexsonographie, MR-Angiographie)
Kathetertherapie von Durchblutungsstörungen der Halsarterien, Nierenarterien, Mesenterialarterien und Becken-Bein-versorgenden Arterien (insbesondere Unterschenkel)
Stentimplantation
Behandlung thrombembolischer venöser Erkrankungen bis hin zur lokalen Lyse oder PTA bei akuten Lungenembolien.

2008-10-04

SONBAHAR DEPRESYONU

Yaz bitti , güneşli günler yerini bulutlu ve yağmurlu günlere bırakacak, yazın vermiş olduğu neşe ve enerji hepimizde yavaş yavaş azalacak , işe yeniden başladık ve günler kısalıyor.

Güneşi az görmek, iş yükümlülüğünün artması, okulların başlaması, havaların serinlemesi kişilerde ruhsal sorunlar yaratabiliyor. Sabah yanmakta güçlük, yataktan kalkmak istememe, kendini gün içinde yorgun ve bitkin hissetme, enerjide azalma , çalışmak istememe, karamsarlık, hüzün, cinsel enerjide azalma, çabuk sinirlenme, gibi belirtiler “sonbahar depresyonuna” girmiş olabileceğinizi gösterebilir. Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte kişilerin yetersiz güneş ışığı alınması beyindeki kimyasal maddelerin düzeninde bozulma olur bu bozulma da depresif duyguların yaşanmasına sebep olur. Uyku ve hormonları düzenleyen biyolojik saatin bozulması da bahar depresyonun ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

Bilimsel araştırmalarda mevsimlerin insanların ruh hallerinde bir takım değişiklikler yapmış olduğu belirlenmiştir. Sonbahar ve kış aylarında kişilerde depresif belirtilerin arttığı, geçmişte depresyon yaşayan kişilerde bu belirtilerin yeniden tekrarlandığı araştırmalarla desteklenmiş olup kadınlarda erkeklere göre bu oranların daha yüksek olduğu gözlenmiştir.
Gün içindeki genel yaşanan mutsuzluğu depresyonla karıştırmamak gerekir. Depresyon duygu , davranış ve günlük yaşamda belirgin değişikliklere neden olan ciddi bir rahatsızlıkken tedavisi mümkündür.

Depresyonda uzun süredir devam eden enerji azalması, yorgunluk, bitkinlik, karamsarlık, eskiden zevk altığı aktivitelerden artık zevk alamama,unutkanlık, cinsel istekte azalma, konsantre olmada güçlük, geçmişe yönelik pişmanlık ve suçluk duyguları, uykusuzluk ya da aşırı uyuma, yorgun ve bitkin uyanma, iştahta azalma ya da artma , yaşamdan zevk almama,kendini değersiz ve işe yaramaz hissetme gibi belirtiler söz konusu olup dünya genelinde en sık görülen psikiyatrik rahatsızlıklardandır.Depresyon sonbaharda % 60 oranında artma göstermektedir.
Bahar depresyonu ile birlikte yaşanan yorgunluk, bitkinlik, enerji kaybı, isteksizlik, çabuk sinirlenme, karamsarlık, libidodaki azalma, konsantre olmada güçlük, uykusuzluk, yorgun ve bitkin uyanma vb şikayetlerin bir uzman tarafından değerlendirilmesi gerekebilir.

Çünkü yaşanan bu belirtiler farklı bir ruhsal rahatsızlığın başlangıcı da olabilir. Bahar depresyonu yaşayan kişilerin hava bulutlu olduğunda dışarı çıkmak isteği olmamasına rağmen dışarı çıkmak için çaba göstermesi, vücudu için gerekli enerjiyi sağlamak için düzenli beslenmesi , düzenli spor ve egzersiz yapması, işyerindeki isteksizliğini azaltmak için sık ve kısa keyifli molalar verilmesi, sosyal yaşamını yeniden planlayarak keyif alabileceği aktiviteler planlaması , yaşama karşı pozitif bir bakış açısı geliştirmesi depresif belirtilerin azalmasına yardımcı olacaktır. Belirtilerin çok yoğun yaşanması durumunda profesyonel bir destek kesinlikle alınmalıdır. İlaç tedavisi ve psikoterapi süreci ile tedavisi mümkün olan bir rahatsızlıktır. .

DERİ KANSERİ

Deri kanseri sıklığında son yıllarda artış olmuştur. Bunda en önemli rolü ultraviyole oynar. Işın, ısı, travmaya maruz kalmak; arsenik, katran, kurum, madeni yağlar,parafin ile uzun süreli temaslar deri kanseri sıklığını arttırır.Karsinojen maddelerle çalışan endüstri işçilerinde bu tip kanserler gelişir.İyileşmeyen yaralar,cilt hastalıkları,eski yanık sahalarında da kanser gelişme riski vardır.Açık tenli, sarışın ve kızıllarda cilt kanseri sıklığı koyu tenlilere oranla çok daha fazla görülür. Cilt kanserlerine öncülük eden çeşitli lezyonlar da olabilir.Bunların erken tespit edilip tedavisinin yapılması cilt kanseri sıklığını azaltır.
Çeşitli bölgelerdeki iyileşmeyen yaralar öncü lezyonlardan olabilir.Vücutta eskiden beri var olan benlerde büyüme, küçülme, kanama, kaşıntı, kabuklanma gibi şikayetler hekime başvurulmasını gerektirir. Yaşla birlikte deri kanseri sıklığı artar.

Deri kanserlerinin en sık görülen üç tipi vardır:1. Bazal hücreli kanser2. Epidermoid kanser

3. Malign melanomBazal hücreli kanser % 85 baş boyun bölgesinde görülür.

Genelde yüzeyden hafifçe kabarık, üstü kabuklu, pullu, parlak, üzerinde küçük damarcıklar bulunan olmak üzere çeşitli görünümlerde olurlar.Cilt kanserlerinin en yavaş ilerleyeni ve başka uzak organlara en az yayılanıdır. Genelde erken tanı konur, çok nadiren tekrarlar ve tedavisinde başta cerrahi olmak üzere kriyoterapi, küretaj, radyasyon, laser, topikal 5 -FU kullanılır.

Epidermoid kanser 2. en yaygın görülen cilt kanseridir. Cildin en üst tabakasındaki atipik epidermal keratinositlerden gelişir. Nadiren normal ciltte meydana gelebilmekle birlikte, genellikle güneşten hasar görmüş ciltte yada aktinik keratoz gibi öncü lezyonlardan gelişir. Virüsler, eski yanık alanları,iyileşmeyen yaralar , çeşitli cilt hastalıkları zemininde de gelişir. Çeşitli sekillerde olabilirler. İleri dönemlerde genelde kötü kokuludurlar.Oldukça hızlı büyür, derin ve uzak dokulara doğru hızlı ilerler.

Tedavileri öncelikle cerrahidir. Kanserin bulunduğu döneme göre ek tedavi prosedürleri uygulanır.Malign melanom deriye rengini veren pigmenti üreten, melanosit adı verilen hücreden gelişir.En öldürücü cilt kanseri tipidir.Güneşe maruz kalan bölgelerde özellikle sık görülür.(Kadınlarda bacaklar, erkeklerde gövdede…) Çeşitli renklerde (kırmızı, beyaz, mavi veya karışık renkli), düzensiz sınırlı(köşeli, çentikli vs.) ve düzensiz yüzeyli olabilirler. Hastalar lezyonlardaki kaşıntı, kanama, ülserasyon, boyut ve rengindeki değişikliklerden dolayı hekime başvururlar. Eskiden vücutta var olan benlerden gelişebileceği gibi sonradan oluşan benlerin zemininden daha çok gelişirler. Erken tanı son derece önemlidir.

Cerrahi tedaviye ek olarak çeşitli ilaçlar da kullanılır.Deri kanserleri gözle görülebilen bölgelerde ortaya çıktığından genellikle erken devrede tanı konabilmekte ve tedavide başarı oranı bu nedenle yüksek olmaktadır. Yüzünüzde, ellerinizde ya da vücudunuzda bir aydan daha uzun süre iyileşmeyen kapanmayan yara, fark ederseniz zaman geçirmeden doktorunuza başvurunuz. Şüpheli yaralardan ufak bir parça alınarak yapılacak olan patolojik inceleme ile yaranın kanser olup olmadığı belirlenecektir. Ayrıca bu yolla ne tip bir yara ise buna göre uygun tedaviye karar verilecektir.Dudak, yüzün alt bölümü veya kulak kepçesi derisinde iyileşmeyen bir yara fark ederseniz şüphelenmeniz gerekir.

Deri kanserleri arasında klinik olarak en az zararlı olanı "bazal hücreli" olan tiptir. Genellikle seneler sürebilen yavaş bir gelişim gösterir. Krater şeklinde ortası çukur bir yara etrafa doğru yavaş yavaş genişler. Daha hızlı olarak aylar içinde gelişen deri kanseri ise "yassı hücreli" tiptir. Klinik olarak daha kötü huylu olup yine zamanında ve çok yayılmadan teşhis konduğunda tamamen tedavisi mümkündür. Daha da kötü prognoza sahip olan kanser olan "Malign melanom" hastalığında, deride daha önce mevcut olan veya sonradan çıkan bir leke (ben) koyu siyah veya koyu mor renk değişikliğine neden olur; bazen de ortadaki bir lekenin etrafında daha küçük lekeler görülür. Bunun dışında leke üzerinde kanama veya renk değişmesi olabilir.Baş veya boyun derisinde özellikle büyüklüğü artan siyah veya koyu mor renkli bir leke fark ederseniz muayene olmanız gerekir.

Önceden mevcut olan bir nevüste (ben) huy değişimi, renk değişimi, çapında hızlı artış, üzerinde kanama, kabuklanma, tüylenme veya tüylerin dökülmesi, etrafında uydu yeni lezyonların oluşması durumunda mutlaka doktora başvurunuz. Deri kanserleri genellikle güneş ışınlarının vücuda dik açıyla geldiği bölgelerde ve güneş ışınına uzun süre ve sürekli maruz kalanlarda daha çok görülür ve bu etki yıllar içinde birikim gösterir ve olasılık giderek artar (bazal hücreli ve yassı hücreli tipler). Malign melanoma ise çoğunlukla güneşten uzak kapalı odada uzun süreli çalışıp daha sonra birden örneğin yaz tatilinde kısa süreli fakat çok şiddetli güneş ışınına maruz kalanlarda görülebilir.

Atmosferdeki ozon tabakasının günümüzde kullanılan bazı maddelerin oluşturduğu çevre kirliliğine bağlı olarak tahrip olması sonucunda güneş ışınlarının zararlı etkisi giderek artmaktadır. Bu nedenle güneş ışınlarından korunmak, özellikle bu etkinin çok arttığı saatlerde güneşe çıkmamak (saat 10-16 arası) ya da güneş ışınından koruyucu kremler kullanılması, geniş gölgelikli şapkalar giyilmesi önerilmektedir. Deri yüzeyinde oluşabilecek yaraların erken devrede tedavisi çok daha kolay ve başarı oranı daha yüksektir.Kulakta deri kanseri bulunan hastanın kanserli kısmı çıkarıldıktan sonra, Kulak kepçesinin yeniden onarılması için kulağın kendi kıkırdağından kaydırma yapılmış ve üzeri kulak arkasından kaldırılan deri parçası (flep) ile örtülmüştür .Üç hafta beklendikten sonra kulağa nakledilen flebin kulak arkasından bağlantısı ayrılmış ve arka tarafına ince deri yaması (greft) yerleştirilmiş ve kabul edilebilir bir sonuç alınmıştır.

Deri kanserlerinin sık görüldüğü bir bölge de alt dudaktır. Özellikle erkeklerde daha sık görülmekte ve zaman kaybedildiğinde yara genişlemekte tüm dudağı tutabilmekte, hatta buradan boyun bezelerine (lenf bezi) ve diğer organlara (akciğer, kemik) yayılabilmektedir. Yine erken devrede tanı konduğunda tamamen tedavisi mümkündür.Deri kanserlerinde birinci tedavi seçeneği cerrahi tedavi yani kanserli kısmın yeteri kadar dışından çıkarılması ve oluşan doku eksikliğinin hastanın başka bölgesinden aktarılan kendi dokuları ile onarılmasıdır. Kanser cerrahisinde birinci amaç tüm kanserli kısımların çıkarılmasıdır. Eğer cerrahi olarak çıkarılabilmesi mümkün olmayacak kadar genişlemiş ya da kontrol edilemeyecek şekilde diğer bölgelere ya da organlara yayılım olmuşsa radyoterapi (ışın tedavisi) ve kemoterapi (ilaç tedavisi) gibi diğer yöntemlere başvurulur.
KAYNAK: www.haydarpasanumune.gov.tr