2009-01-10

Sinüzit testini kendiniz de yapabilirsiniz


Sinüzit, Türkiye'de her yıl 15 milyona yakın insanı etkileyen bir sağlık sorunu. Aynı zamanda halk arasında sağlık problemlerinde ilk sıralarda sayılan şeker hastalığı ve kalp yetmezliğinden daha fazla hayat kalitesini bozan bir hastalık. Sadece fiziksel ve fonksiyonel açıdan değil, psikolojik olarak da kişiyi etkiliyor.
Yapılan bir araştırma, hastalığın Amerika'da her yıl 8 milyar doların üzerinde ilaç maliyetine yol açtığını ortaya koyuyor. Bu durum Türkiye’de de çok farklı değil...

Kulak Burun Boğaz Uzmanı kendinize uygulayabileceğiniz bir testle sinüzit olup olmadığınızı tespit edebileceğinizi belirtiyor.

Sinüzit nedir?
Sinüzit; sinüs mukozasının iltihabıdır. Bu hastalık, sinüslerin burun içi ile irtibatını sağlayan sinüs ağızlarının tıkanması sonucu, sinüslerin havalanmasını bozarak,bakteri ve virüslerin yerleşmesine uygun bir ortam oluşturması neticesinde ortaya çıkar.

Kendi kendinize sinüzit testi uygulayabilirsiniz?
Aşağıdaki soruların üç veya daha fazlasına evet diyorsanız sinüzit olma ihtimaliniz yüksek ve böyle bir durumda kulak burun boğaz uzmanına gidilmesi tavsiye edilir.
1- Yüzünüzde basınç hissi, dolgunluk veya ağırlık hissi var mı?
2- Burnunuz tıkalı mı?
3- Koyu, sarı-yeşil burun akıntınız var mı?
4- Geniz akıntınız var mı?
5- Koku duyunuzda azalma var mı?
6- Baş ağrınız var mı?
7- Nefes darlığı hissi ve öksürük var mı?

Sinüzit tipleri nelerdir?
Akut ve kronik sinüzit olmak üzere başlıca iki ana gurupta incelenirler. Akut sinüzit her insan senede bir kaç kez geçirebilir. Soğuğa maruz kalma alerji, çevresel kirlilik, vücut direncinin düşmesi gibi kolaylaştırıcı faktörlerin etkisi ile başlar. Burunda basınç hissi, burun tıkanıklığı ve ateş ile kendini gösterir. Tedavi geciktikçe ilave bulgular kendini gösterir. Bu şikayetler 3 ay veya daha fazla sürerse kronik sinüzit adını alır.

Tedavi seçenekleri nelerdir?
Sinüzitin sebebi sinüs deliklerinin tıkanmasıdır. Bu tıkalı delikler açıldığı zaman sinüzit de iyileşir. İlaç tedavisi erken dönemde oldukça etkilidir. Israrlı ilaç tedavisine cevap vermeyen ve kronikleşmiş sinüzitlerde ameliyat gerekebilir. Ameliyattaki amaç, tıkalı olan sinüs yollarını açmaktır, böylelikle sinüslerin havalanması sağlanmış olur. Havalanan sinüste enfeksiyon geriler ve kaybolur. Endoskopların kullanıma girmesiyle son 20 yıldır bu işlem güvenle yapılıyor.

Yeni yöntem balon sinüsoplasti nedir?
Sinüzit hastalığının başlarında uygulanan ilaç tedavisi soruna çözüm getirse de orta ve ileri derecedeki hastalık için müdahale gerekir. Bugüne kadar ileri derecedeki hastalara, hastanede yatmayı gerektiren, kanamalı ve ameliyat sonrası istirahat gerektiren endoskopik cerrahi yöntemi kullanılıyordu. Kanama sonrası körlük ve beyin kanaması gibi ciddi komplikasyonların ortaya çıkması nedeniyle yeni tedavi yöntemleri arayışına girildi.

Balon Sinüsoplasti adı verilen bu teknik hastalık tedavisinde yeni bir dönem açtı.
Bu teknikle daralmış olan sinüs delikleri açılıyor ve sinüs ağzına bir balon yerleştiriliyor. Daha sonra balon serum ile şişirildikten sonra şişen balon tıkalı olan sinüsün ağzını genişletiyor.

Balon sinüsoplasti’nin avantajları nelerdir?• Etkili ve güvenli bir yöntemdir ve komplikasyon ihtimali çok düşüktür.
• Teknikte küçük, yumuşak, elastik ekipmanlar kullanılmakta, Kapalı sinüs drenaj kanallarının kibarca açılması sağlanarak çok az doku travması ile sonuca ulaşılmaktadır.
• Düşük kanama miktarı: bazı vakalarda hiç doku çıkartmak gerekmediği için kanama da çok az olmaktadır.
• Hızlı iyileşme: çoğu hasta 24 saatte normal hayatına dönebilmektedir.
• Gelecekte bu bölgede yapılabilecek diğer tedavileri engelleyici bir rolü yoktur. Diğer cerrahilerle beraber ya da ardışık olarak uygulanabilir.
• Balon Sinüsoplasti ile, uygulanan diğer tekniklerin aksine burun içinde hiçbir dokuya zarar vermeden, kanamaya yol açmadan ve tampon gerekmeden hızlı bir şekilde iyileşme sağlanarak hastanın müdahaleden bir gün sonra günlük yaşantısına dönmesi sağlanıyor.

Operasyon ne kadar sürüyor?
Operasyon yaklaşık 15 dakika sürüyor. Genel anestezi altında işlem yapılıyor. Günlük yaşantıdan uzak kalmadan, zaman kaybetmeden, hastanede yatmadan, uygulama yapılan bölgede herhangi bir kesiğe gerek duymadan kısa sürede sonuç alınan bu yöntem sinüzit tedavisinde yeni bir sayfa açıyor.

Diş Ojesi ile çürüklere karşı etkin koruma
Miniklerin başlıca sağlık problemlerinden diş çürükleri tedavi aşamasında ağrı ve acı yaşatabilirken, ileri yaşlarda ağız ve diş sağlığını olumsuz yönde etkiliyor. Erken teşhis ve koruyucu tedaviler bu gibi sıkıntıların yaşanmasını önlüyor. Uygulaması sadece 1 dk süren diş ojesi de bunlardan en etkilisi… 5 – 15 Ağız ve Diş Sağlığı Kliniği doktorlarınca başarılı bir şekilde uygulanan diş ojesi ilerde oluşabilecek diş çürüklerini yüksek oranda önleyebiliyor…

Çocukların başlıca sağlık sıkıntılarından diş çürükleri ileriki yaşlarda ağız ve diş sağlığını tehdit ediyor. Bilinçli ebeveynler tüm bu sıkıntıların yaşanmaması için koruyucu tedavilere başvuruyor. Bu tedavilerin en önemlisi olan diş ojesi sadece 1 dakikalık bir sürede, yumuşak bir fırça yardımı ile dişe sürülen akışkan bir madde… Diş ojesi sürüldükten sonra, düzenli dişçi kontrollerinin de gerçekleşmesi halinde diş, çürüklere karşı uzun süre korunuyor…

Diş ojesi nasıl uygulanıyor?

Koruyucu tedaviler arasında en etkili olan uygulama diş ojesi, 1 dakika gibi çok kısa bir sürede, ağrı ve acı yaşanmadan, mikrop ve yemek artıklarının yerleştiği diş oluklarına yumuşak bir fırça yardımı ile sürülüyor. Ardından, ışıklı bir cihaz ile akışkan maddenin sertleşmesi sağlanıyor. Bu sayede diş minesinin direnci artırılıyor.

Diş ojesi hangi durumlarda uygulanabiliyor?

Minik hastalar için korku vermeyen, ağrı ve acı yaşatmayan diş ojesi uygulaması, çürümenin başlamadığı, koruma altına alınabilecek tüm dişlerde uygulanabilir.

2008-12-20

Göz Hastalıkları

Göz Bozuklukları
Göz kameraya benzeyen optik bir sistemdir. Dışarıdan gelen ışık ve görüntüler kornea (gözün en dış saydam tabakası) ve lens tabakasında kırılarak retina üzerindeki görme noktasına ulaşırlar.
Normal bir gözde dışarıdan gelen ışınlar kornea ve lenste kırılarak görme merkezine düşerek net görüntü oluştururlar. bazı durumlarda ise kornea, lens ve gözün yapısına bağlı olarak, görüntüler retina üzerinde net olarak oluşmayabilir.
Miyopi :
Dışarıdan gelen ışınların görme noktasına ulaşmadan odaklaşması sonucu gelişir. Gözün ön-arka ekseninin uzun olmasına bağlı olarak veya kornea ve lensin kırıcılığının değiştiği durumlarda ortaya çıkar. Miyop gözlerde uyum gücü çok az olduğu için kişi uzağı görebilmek için gözlük kullanmak durumundadır.
Astigmatizma :
Korneanın kırma gücünün biribirine dik iki eksende farklı oması sonucunda görüntünün farklı düzlemlerde kırılmasıyla meydana gelir. Kornea ve lensin yapısına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Astigmatizma, her mesafede yansıma ve bulanık görmeye neden olur.Astigmatik görme, sirklerdeki yamuk aynalarda oluşan görüntüye benzetilebilir.
Hipermetropi :
Dışarıdan gelen ışınların görme noktasının arkasında odaklanması sonucunda gelişir. Gözün ön-arka ekseninin kısa olmasına bağlı olarak veya kornea ve lensin kırıcılığının değiştiği durumlarda ortaya çıkar. Hipermetrop gözlerde uyum gücü yüksektir. Düşük dereceli hipermetrop kişiler uyum yaparak normal görebilirler, fakat göz çabuk yorulur. Yüksek hipermetropide ise hem uzak, hem de yakın görme bozuktur.
PRESBİYOPİ :
Yaşın ilerlemesine bağlı olarak lens tabakasının esnekliğini yitirmesi ve bunun sonucunda yakın görmenin bozulmasıdır. 35-40 yaşlarında başlar ve 60 yaşına dek sürekli ilerler.
KERATOKONÜS :
Kornea yüzeyinde bir bölümün incelerek öne doğru çıkmasıdır. Bu kişiler gözlükle net göremezler. Hastalığın derecesine göre özel olarak üretilen kontakt lensler kullanabilirler. Çok ileri derecelerde ise keratoplasti adı verilen kornea nakli ameliyatı gerekebilir.

Miyopi, hipermetropi, astigmatizma ve presbiyopi gözün genel kırma kusurlarıdır. Bu kırma kusurları gözde tek tek meydana gelebileceği gibi, birden fazla kırma kusuru birarada görülebilir. Kırma kusuru bir gözde veya her ikisinde birden olabilir. Bunların dışında korneanın bozukluklarına bağlı özel kırma kusurları meydana gelebilir. Bir gözde, kırma kusuru ile birlikte korneada, görme tabakasında veya görme sinirinde bozukluklar olabilir.Bu nedenle, kırma kusuru olan kişiler her yıl düzenli göz ve göz dibi muayenesinden geçmelidirler.
Çocuklarda gözde herhangi bir kayma ve görme bozukluğu şüphesi varsa en kısa sürede göz kontrolü yapılmalıdır. Herhangi bir problem olmasa da 4 yaş civarındaki çocukların göz muayenelerinin yapılması gereklidir.

Kırma kusurları olan kişilerin net görebilmeleri için çeşitli alternatifler vardır.
Gözlük kullanabilirler, Kontakt lens kullanabilirler, Excimer laser tedavisiyle kırma kusurlarının tümünden veya bir kısmından tamamıyla kurtulabilirler.


Renk körlüğü

Renk körlüğü belirli renkleri, kısmen veya tamâmen görememe, ayırt edememe, seçememe hastalıklarına verilen genel ad. Görme sinirlerinin yıpranmış olması veya gözün ağ tabakasının hastalanması sonucu meydana gelir. Doğuştan olması sık olduğu gibi, sonradan olma vak’alar da vardır. Renk körlüğü sık rastlanan bir durumdur. Erkeklerde daha fazladır. Bu oran erkeklerde % 0,8, kadınlarda % 0,4’tür. İnsanın kendi vücuduna ait bilgileri ve çevresine ait haberleri algılayabilmesi, duyu organları vasıtasıyla olmaktadır.

Duyu organlarına ulaşan çeşitli tiplerdeki enerji şekilleri, öncelikle duyu organlarında yer alan reseptör (alıcı) hücreleri tarafından aksiyon potansiyelleri ismi verilen özel elektrik sinyallerine çevrilir. Reseptörlerde başlayan bu aksiyon potansiyelleri sinirler yoluyla beyinde ilgili bölüme iletilirler. Beyne iletilen aksiyon potansiyeli sinyalleri de uyarıcı enerji şekline göre çeşitli duyular olarak algılanır.

Duyu reseptörleri tarafından aksiyon potansiyellerine dönüştürülen enerji şekilleri arasında mekanik (basınç, temas), ısı, elektromekanik (ışık), enerjileri ve kimyasal enerjiler (koku, tat, kanın O: ve CO2'si) sayılabilir. Bir reseptörün duyarlı olduğu enerji şekline onun uygun uyaranı denir. Örneğin gözdeki ışık enerjisine duyarlı görme reseptörleri için uygun uyaran, ışık enerjisidir. Görme organımız olan göze giren uygun dalga boylarındaki ışık enerjisi, öncelikle gözün mercek sistemi tarafından görme reseptörlerinin yoğun olarak bulunduğu gözün retina kısınma odaklaştırılır. Burada reseptör hücreleri tarafından oluşturulan aksiyon potansiyelleri de göz sinirleri yoluyla beyindeki görme merkezine iletilir.

Sonuçta da görme merkezi tarafından yorumlanarak algılanır ve böylece görme olayı tamamlanmış olur. Görme reseptörleri, ışık enerjisinin belli dalga boylama duyarlıdırlar. Başka bir deyişle ışığın belli bir dalga boyu, o dalga boyuna duyarlı görme reseptörünü uyarır ve algılanır. Işığın belli dalga boylarının belirli reseptörleri uyarması, o reseptörün ihtiva ettiği görme pigmentinin ışık absorbsiyon karakteristiği ile ilgilidir. Görme reseptörleri başlıca iki ayrı grupta incelenirler. Bunlardan çubuk şeklinde olup gece görmekten ve karanlığa', aydınlığa adaptasyondan sorumlu olanlar "basil", koni şeklinde olup görme keskinliği ve renk görmeden sorumlu olan reseptörler ise, "koni" reseptörleri diye isimlendirilirler. Renk görme ile ilgili olan koni reseptör hücrelerinin algıladıkları ışık dalga boyları ölçülmüştür. Sonuçta bu konilerin her birinin görme spektrumunda yer alan renklerden yalnızca bir tanesinin görülmesiyle ilgili oldukları bulunmuştur. Bu üç koni tarafından algılanan renklere üç temel renk denilmektedir.

Bu temel renkler KIRMIZI, MAVİ ve YEŞİL'dir. Bu üç koni hücresinin ışık dalga boyu absorbsiyon eğrileri önemli ölçüde birbirlerini örterler. Bundan dolayı da görülebilir ışık dalga boyları birden fazla koniyi uyarırlar. Aynı dalga boyu tarafından uyarılan 2 ayrı cins koni hücresinin değişik ölçülerde gönderdiği aksiyon potansiyellerinin beyin tarafından değerlendirilmesi sonucu, çeşitli renklerin ayırt edilmesi mümkün olmaktadır. Başka bir deyişle görme spektrumunda yer alan ve normal insan tarafından ayırt edilebilen 180 ayrı rengin tamamı renk görme ile ilgili 3 ayrı renk konisinin değişik oranlarda uyarılması ile gerçekleşmektedir. Buna bağlı olarak örneğin, sarı renge ait 5800 A boyundaki dalga boyu, kırmızıya (6500-7500 A) ve yeşile (5000 A) duyarlı reseptörleri birlikte uyararak, sarı renk duyusunun oluşmasını sağlayabileceği gibi kırmızı ve yeşil temel renklerinin karışımı da aynı renk duyusunu oluşturabilmektedir. Beyaz ve siyah rengin algılanması: Beyaza uyan dalga boyunda ışık yoktur. Beyaz ışık duyuşu yeşil, kırmızı ve mavi renk konilerinin birlikte uyarılması île oluşmaktadır. Siyah renk duyuşu ise, ışığın yokluğunda oluşan bir algıdır. Fakat pozitif bir algıdır.
Çünkü kör¬ler siyah rengi de görememektedirler. Normal bir insanın renk görmesi, üç ayrı cins koni hücresinin uyum içinde çalışmasıyla olmaktadır. Bu tür normal görüş "trikromat" renk görme olarak vasıflandırılmaktadır. Eğer bir kimse renk görmede yalnızca iki koni hücresine sahipse ve bu iki koni hücresiyle algılanabilen renkleri ve onların karışımlarını görüyorsa, bu şekilde renk görmeye "dikromatik" renk görme veya dikromatik renk körlüğü denilmektedir. Bu durumdaki kişilerde renk görme ile ilgili olan bir koni şeklinin yokluğu düşünülmektedir. Bir koni çeşidinin bulunmadığı dikromatik renk körlüğü, yok olan pigmentle ilgili olarak, - kırmızı renge duyarlı koni hücreleri yoksa, "PROTONOPIA" kırmızı renk körlüğü, - mavi renge duyarlı koni hücreleri yoksa, "TRITANOPIA" mavi renk körlüğü, - yeşil renge duyarlı koni hücreleri yoksa, "DEUTERANOPIA" yeşil renk körlüğü denilmektedir. Örneğin, kırmızı rengi ayırt eden koni hücresinin olmadığı protonopia durumunda sadece koyu kırmızı renk algılanamaz. Kişinin gördüğü renkler koni hücreleri ile ilgili olarak yeşil, mavi ve bu iki rengin karışımıyla görülen renklerdir. Yeşil ayrımı yapan ye-şile duyarlı konilerin bulunmadığı deuteronopiada ise, yalnızca kırmızı ve mavi renkler ile bunların karışımı görülür.

Yeşil renk ayırt edilemez. Yalnızca tek renk konisinin bulunup, iki renk koni-sinin olmadığı renk görme ise, "monokromatik" renk görme veya monokromatik renk körlüğü olarak isimlendirilmektedir. Örneğin; yalnızca mavi rengi algılayan mavi renk konilerinin bulunup kırmızı ve yeşil renk konilerinin bulunmadığı durumda kişi, kırmızı ve yeşil renkleri ayırt edemez. Görme spektrumu ile ilgili olarak yalnızca mavi ve sarı renkleri algılayabilir. Kırmızı ve yeşil renkleri göremediğinden dolayı bu tıp renk körlüğüne kırmızı - yeşil renk körlüğü de denilmektedir. Anopia: Renk görme ile ilgili her üç koninin de bulunmadığı durumdur. Bu durumda tam renk körü olan kişi yalnızca siyah beyaz olarak görür. Bazı insanlar ise, 'trikromat' olmakla birlikte renk ayırımları zayıftır. Bu durum, 'renk görme bozukluğu' (anomalısı) olarak isimlendirilir. Bu şekildeki renk körlüğüne tam renk körlüğünden daha seyrek rastlanılır.

RENK KÖRLÜĞÜ KALITIMI Renk görme bozuklukları seks kromozomları ile resesif olarak nesilden nesile geçmektedir, ilgili genin kalıtımla geçişini X kromozomu sağlar. Erkeklerde XY kromozomu, kadınlarda ise, XX kromozomu olduğun-dan ve genin özelliğinin resesif olmasından dolayı, erkeklerde mevcut bir X kromozomunda kadınlarda ise, her iki X kromozumunda bulunmasıyla ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle erkeklerde kadınlardan daha sık olarak görülmektedir. Erkeklerin % 8'inde, kadınların % 0,4'ünde renk görme ile ilgili bir bozukluk vardır. Yeşil renk görme bozukluğu (anomalısı) en sık görülen durumdur. Bundan sonra görülme sıklığı itibarıyla yeşil renk körlüğü, kırmızı renk körlüğü ve kırmızı renk görme bozukluğu gelmektedir. Renk körlüğü olan erkeklerin kız çocukları renk körü olmamakla birlikte renk körlüğünün taşıyıcısı durumundadırlar. Taşıyıcı kadınların erkek çocuklarının yansı da renk körü olarak doğmaktadır.

RENK KÖRLÜĞÜNÜN TEŞHİSİ Renk körlüğünün açığa çıkarılması ve ayrıca renk körlüğü veya renk görme bozukluğunun tipinin belirlenmesine yarayan pek çok test vardır. Teşhiste en kolay yol, renkli iplikleri karıştırıp, şahıstan renkleri gruplandırarak ayırmasının istenmesidir. Renk görme ile ilgili problemi olanlar, bu işlemi beceremezler. Teşhiste ayrıca ishihara ve Stilling levhaları da kullanılmaktadır. Bu levhalar renkli noktalardan yapılmıştır. Renkli noktaların içine ise renk körlüğünü veya renk görme bozukluklarım ortaya çıkaracak şekilde özel olarak renkli sayılar, şekiller veya harfler yerleştirilmiştir. Renk görme problemi olan kişiler bu harf, şekil veya sayıları ayırt edememekte; böylece teşhis konulmuş olmaktadır.

ŞAŞILIK
Gözlerin paralel bakamamasına şaşılık denilmektedir. Gözlerden biri düzgün bakarken diğeri içe, dışa yukarı veya aşağı kayabilir. Kayma sürekli veya gelip geçici şekilde olabilir. Sürekli olarak tek gözde olabilir veya dönüşümlü olarak iki göz kayabilir. Şaşılık çocukların %4'ünde gözlenir. İleri yaşlarda da ortaya çıkabilir. Kız ve erkeklerde eşit oranla rastlanır. kalıtımsal olabilir, fakat şaşılık problemli bir çok hastanın hiçbir akrabasında şaşılık gözlenmeyebilir.


GÖRME VE BEYİN
Normal (çift taraflı) görmede her iki gözde aynı hedefe yönelmiştir. Beynin görmeyle ilgili kısmı her iki gözden gelen iki ayrı resmi tek bir üç-boyutlu görüntü haline getirir. Şaşılıkta bir göz kaydığı için beyne 2 değişik resim gelir. Çocuk beyni kayan gözden gelen görüntüyü ihmal edip, düzgün bakan ve en iyi görmesi olan gözden gelen görüntüyü dikkate almayı öğrenir. Bu da derinlik hissinin kaybolmasına neden olur. Şaşılık erişkinde gelişirse, beyin her iki gözden de gelen görüntüleri algılamayı öğrenmiş olduğundan, kayan gözden gelen görüntüyü ihmal edemez ve çift görme şikayeti ortaya çıkar.

ŞAŞILIK SEBEP VE BELİRTİLERİ
Şaşılıkta gözlerin kaymasına yol açan gerçek neden hala tam olarak bilinememektedir. Gözün hareketlerini göz küresini saran 6 kas sağlar. Her gözde iki kas gözü içe ve dışa çekerken, diğer 4 kas gözün yukarı, aşağı ve dönme hareketlerini sağlar. Her iki gözün hedefe düzgün bakabilmesi için, bir gözdeki tüm kasların diğer gözde aynı işi yapan kaslarla dengede olması ve birlikte çalışması gereklidir. Beyin, göz kaslarının hareketlerini kontrol eder. Beyninde organik problemi olan çucuklarda genellikle şaşılığa rastlanır. katarakt ya da göz yaralanması gibi görmeyi azaltan durumlartda da şaşılık gelişebilir. Şaşılığın en önemli belirtisi gözde kaymadır. kayma parlak bir gün ışığında ortaya çıkabilir. Bazen de çocuğun gözlerini düzgün tutabilmek için kendisine bir baş pozisyonu geliştirdiği gözlenir. Derinlik hissinin kaybı şikayet olarak karşımıza çıkabilir. Erişkinlerde gelişen şaşılıkta en sık çift görme şikayetine rastlanır.

TEŞHİS
Çocuklar yeni doğduğunda ve okul öncesi çağlarında çocuk doktoru ve göz doktorları tarafından olası göz sorunları açısından muayane edilmelidir. Özellikle ailede şaşılık veya görme tembelliği hikayesi varsa, bu muayene çok daha önem kazanır.Bebeklerde çoğunlukla kayıyormuş gibi görünen göz (yalancı şaşılık) ile gerçek şaşılık arasında ayırım yapabilmek zordur.yalancı içe şaşılık, basık burun kökü olan ve göz kapaklarının iç kısmında deri kalıntıları (epikantal kalıntılar) olan çocuklarda veya iki göz arası mesafenin dar ve gözlerin derinde olduğu durumlarda, yana bakış pozisyonlarında gözlerin içe kaydığından şüphelenilen durumdur. Çocuk büyüdükçe burun büyür, deri kıvrımları geriler ve normal görünüm kazanır. iki göz arasındaki mesafenin fazla olması veya gözlerin öne çıkık olması da yalancı şaşılık sebebidir.En sık rastlanan şaşılık tipleri İÇE KAYMA VE DIŞA KAYMA'dır.

İÇE KAYMA
Çocuklarda en sık gözlenen şaşılık tipidir. Doğumdan sonraki 6 aya kadar çıkan şekline infantil tip denir ve ameliyatının 1 yaşına kadar yapılması önerilir. İçe kaymalar genellikle hipermetropiyle birlikte görülür. Hipermetroplar uzaktaki cisimleri iyi görebilmek için uyum yaparlar. Uyum gözleri içe çeker.

Hipermetropinin gözlükle tam düzeltilmesi sonucu, şaşılık tam düzeltilebilir. Bu akomodatif tip içe şaşılıktır. Bu tip şaşılıkta çocuk büyüdükçe hipermetropik gözlük numarası azaltılarak, şaşılık kontrol edilir ve ameliyata gerek duyulmaz.Bazı durumlarda ise hipermetropinin tam düzeltilmesine rağman bir miktar belirgin şaşılık kalabilir. Bu kısmı nonakomodatif tiptir. şaşılığın gözlükle düzeltilemeyen kısmı emeliyatla düzeltilebilir.Bazı çocuklarda yakına bakınca içeri kayma çok artar. Bu durumda bifokal gözlük, prizmalar, bazı göz damlaları ve bazen cerrahi, tam düzeltmeyi sağlayabilir.Hipermetropiye ve akomodasyona bağlı olmayan tipteki içe şaşılıklarda tedavi yalnızca cerrahidir. İçe şaşılıkla ameliyat gereksinimi varsa, cerrahi en kısa sürede planlanır. İçe şaşılığın temel cerrahi prensibi, gözü içeri çeken kasın göze yapışma yerinden geriletilerek zayıflatılması ve gözü dışa çeken kasın kısaltılarak kuvvetlendirilmesi şeklindedir.

DIŞA KAYMA
Ara sıra ortaya çıkan ve devamlı olan tipleri vardır. Ara sıra dışa kayma görünen şekli iki tiptir. Yakına bakarken normal çift taraflı görmenin olduğu, uzağa bakarken ise gözlerden birinin dışarı kaydığı tipe diverjans fazlalığı denir. Konverjans yetmezliği denilen diğer tipinde ise uzağa bakış normal iken, yakına bakışta gözler dışarıya kayar. Bu tip şaşılıklarda öncelikle miyopi ve astigmatizma tam düzeltilir.Ortoptik (göz kaslarını çalıştırıcı) tedavi ve prizmalardan yararlanılır. Son çare cerrahidir. Hem yakına hem de uzağa bakarken görülen devamlı dışa kaymalarda da aynı tedavi yöntemleri geçerlidir. Dışa kaymada cerrahi içe şaşılıkların tam tersine olarak, gözü dışa çeken kasın yapışma yarinin geriletilerek zayıflatılması ve içe çeken kasın kısaltılarak kuvvetlendirilmesi prensibine dayanır.

ŞAŞILIK AMELİYATI
Genellikle genel anestezi altında yapılır. Bazı erişkenlerde lokal anestezi de uygun olabilir. Ameliyat sadece göz küresini saran dokunun kaldırılması ve gözü hareket ettiren kaslara ulaşılması ile başlar. Sonra bir ya da iki gözde kaslara gerekli kuvvetlendirme ve zayıflama işlemleri uygulanır. Ameliyat sonrası iyileşme hızlıdır. Birkaç gün içinde normal yaşama dönülür. Ameliyat sonrası gözlük veya prizma gerekebilir. her insanın ve her gözün kendisine göre iyileşme cevabı değişmekle birlikte, kayma ameliyat sonrasında az veya aşırı düzelmişse tekrar ameliyat yapılabilir.Şaşılıkta, erken ameliyat çok önemlidir. Çünkü bebeklerde gözlerin kayması düzeldikten sonra normal görme ve çift gözle derinlik hissi rahat gelişir. Çocuk büyüdükçe görmeye derinlik hissinin tam gelişmesi mümkün olmasa da, şaşılık ortadan kaldırılınca çevre (perifer) görmede artma olabilir. Şaşılık cerrahisi, gözleri normal paralel konumlarına getirmek için yapılır. Şaşılık ameliyatı hiç bir şekilde gözlük kullanımı ve görme tembelliği tedavisinin alternatifi değildir. Ameliyat öncesinde kullanılan gözlük ve uygulanan görme tembelliği tedavisine, ameliyat sonrasında da aynı şekilde devam edilir.

UNUTMAYIN ! GÖRME TEMBELLİĞİ çocuklukta düzgün bakan ve yüksek kırma veya organik bozukluğu olmayan gözlerin her ikisinde de iyi görme gelişir. Şaşılıkta gözlerden birinin kayması sonucu, kayan gözde görme tembelliği oluşur. Beyin daha iyi gören gözün görüntüsünü algılayıp az göreninkini ihmal eder. Böylelikle ihmal edilen göz tam görmeyi öğrenemez ve göz tembelliği gelişir. Eğer tembellik çok küçük yaşlarda (7-8 yaşına kadar) tesbit edilirse tedavisi genellikle mümkündür. Tedavide geç kalınırsa, görme tembelliği süreklilik kazanır. Erişkinde görme tembelliğinin tedavisi günümüz şartlarında mümkün değildir.

2008-11-29

Kış Hastalıkları

Grip ile soğuk algınlığı aynı mı?
Halkımız, griple soğuk algınlığını genelde karıştırır. Halbuki bir insanın sık sık hasta olması gibi bir şey söz konusu değil. Ancak grip virüsünü aldığı zaman grip olabilir. Grip oluyorum diyen ya alerjik nezledir veya soğuk algınlığı virüslerinin yol açtığı bir üst solunum yolu enfeksiyonu vardır.

soğuk algınlığı ile gribin arasındaki farklar?

İkisinin de yerleştiği yer solunum yolları, özellikle de üst solunum yolları. Soğuk algınlığı daha çok burun ve genizde yerleşiyor. Grip ise daha aşağılara, bronşlara ve akciğere inebiliyor.


Belirtileri farklı mı?
Soğuk algınlığı ya da diğer adıyla nezle, burun tıkanıklığı, hapşırma ve burun akıntısı yapıyor. Gripte ise burunla ilgili belirtiler daha geri planda. Soğuk algınlığı ile gribin arasındaki temel fark, hastalığa yol açan virüslerin farklı olması. Grip virüsü Influenza'nın üç tipi var: A, B ve C. Ama bunların da kendi içlerinde üzerlerindeki antijenlerine göre farklı alt grupları var. Salgınlara neden olan ve bulaşıcı özelliği daha fazla olan A tipi virüs.

Neden her yıl grip oluyoruz?
Grip virüslerinin en önemli özelliği, antijenik yapılarının devamlı değişmesi. Bu değişiklik nedeniyle kişi daha önce enfeksiyon geçirmiş olsa dahi vücut yeni virüsü tanımıyor. Buna karşın, soğuk algınlığı ya da nezleye neden olan 250 kadar virüs var.

İki hastalığın gelişim evrelerinde ne gibi değişiklikler var?
Soğuk algınlığı, hafif bir hastalık. Kişinin genel durumunu çok bozmuyor. Ateş çoğu zaman çok hafif görülüyor. Halsizlik ve kırgınlık oluyor. Bir haftada iyileşiyorsunuz. Fakat gribin başlangıcı çok ani ve 39'u geçen yüksek ateş görünüyor. Ateş ilk 24 saat içinde hızla yükselir, 38-41 derece arasında iki-üç gün seyreder ve sonra düşmeye başlar. Bazı hastalarda gözlerde kızarma, yanma, ışığa hassasiyet bulunur. Birkaç gün sonra da kuru öksürük, göğüs ağrısı gibi şikâyetler de ortaya çıkar. Halk arasında grip için 'paçavra hastalığı' denir. Bu hastalık, oldukça fazla baş ve eklem ağrısı yapan ve halsiz düşüren bir hastalık.
Hangi dönemde sıklaşır?
Kuzey yarımkürede genellikle aralık ayında ya da yılbaşında salgınlar olur. Nezle ise değişken havalarda çok sık görünür. Okullar açılınca hastalıkların bulaşması daha da kolaylaşıyor.

GRİP
Sıklıkla karşılaşılan solunum enfeksiyonları arasında birinci sırayı “grip” alıyor. Prof. Dr. Şehitoğlu, basit virüslerle meydana gelen grip hastalığının yaklaşık 1 hafta veya 10 gün kadar sürdüğünü ifade ediyor. Özellikle sinema, tiyatro, huzurevi, kışlalarda, sigaranın kapalı ortamda çok içildiği yerlerde hastalığa yakalanma olasılığı daha fazla ortaya çıkıyor.

Belirtileri: Grip hastalığı, sıklıkla burunda kuruma, yanma, genizde yanma, kaşıntı hissi, burunda tıkanıklığın yanı sıra, önce beyaz, şeffaf daha sonra da giderek koyulaşan burun akıntısı ile kendini gösteriyor. Hafif olmak üzere ateş de görülüyor. Hastada genel vücut kırgınlığı oluyor. Ayrıca gribe yakalanan kişi ağır kilolar kaldırmış gibi eklem ve adalelerinde yorgunluk hissi, burundan ve genizden gelen akıntıya bağlı öksürük, balgam çıkarma hissi ve problem devam ederse baş ağrısı ile karşı karşıya kalıyor.

GRİPTEN KORUNMAK İÇİN
Gripten korunmak için öncelikle aşlıların, kronik hastalığı bulunanların ve çocukların aşılanması gerekiyor. Bunun yanında alınması gereken önlemler ise şöyle: Toplu çalışma ortamlarında havalandırma düzenli yapılmalı, sigara içilmesine izin verilmemeli, hasta kişiler erkenden uyarılarak ortamdan uzaklaştırılmalı ve tedavileri sağlanmalı.


FARENJİT

Kış aylarında en sık karşılaştığımız hastalıklar arasında yer alan “farenjit”, boğazın arka duvarının bazen mikrobik, bazen metabolik, bazen de çalışılan ortamın ısısına, tozuna bağlı olarak reaksiyon göstermesiyle ortaya çıkıyor.

Belirtileri: Hastalık, kişilerde beslenme alışkanlığı ve sigaranın yanı sıra, midedeki asit problemlerine kadar değişik nedenlerden oluşabiliyor. Farenjit ortaya çıktığında, ses kısıklığı, boğazda kuruluk, yanma, ağrı, yutkunma zorluğu, toz ve yiyeceklere karşı hassasiyet gelişiyor. Hastalığın seyrinde belirli bir başka hastalık ortaya çıkmasa da, kişinin çalışma performansını ve iş gücünü azaltıp rahatsızlık vermesiyle biliniyor.

Tedavisi: Hastalığın tedavisi yapılırken önce “boğaz kültürü” alınıyor. Bu kültür sayesinde hastalığın “mikrobik” olup olmadığı tespit ediliyor. Bu mikropların bulunup bulunmadığına göre hastalığın tedavisi ilaçla yapılıyor. Prof. Dr. Şehitoğlu, “Hastalık eğer mikrobik değilse sıvıyla, mide problemleri varsa düzeltilmesiyle, sinüzite bağlı akıntı varsa bu akıntının tedavisiyle mümkün oluyor” diyor. Tedavide sigaranın kesilmesi çok önemli; alkol, çok acılı ve ekşili gıdaların tüketilmesi ise hastalığın iyileşmesini önlüyor.

SİNÜZİT
Başımızın içindeki kemiklerin arasında bulunan “sinüs” boşluklarında enfeksiyon oluşması sonucunda “sinüzit” hastalığı ortaya çıkıyor. Genellikle üst solunum yolu enfeksiyonları sonrasında oluşan “sinüzit” hastalığı, alerjisi olan, tozlu ve asitli ortamlarda çalışan kişilerde daha fazla görülüyor. Bu arada nadiren de olsa doğumsal veya sonradan oluşmuş “travmalar”ın etkisiyle deformite gelişen kişilerde de ortaya çıkabiliyor.

Belirtileri: Sinüzitte, sürekli baş ağrısı, mevsimsel değişikliklere bağlı olarak görülen iki kaşın arasında, yanaklarda ve alın bölgesinde şiddetli ağrı, burundan gelen şeffaf akıntı, soğuk havanın etkisiyle oluşan sızlama gibi belirtiler ortaya çıkıyor. Bu arada yanaklardaki sinüzitlerin temelinde enfeksiyonların yattığını belirten Prof. Dr.Şehitoğlu, daha çok kış aylarında rastlanan sinüzitin yazın denize dalan kişilerde de görüldüğünü belirtiyor.

Tedavisi: Öncelikle sinüslerin burna açılan bölgesindeki tıkanıklığı açmak gerekiyor. Tıkanıklığı giderici ilaçlar veriliyor. Bol sıvı alınıp sekresyon azaltılmalı. Hastalık ileri safhadaysa antibiyotik kullanılıyor. Daha ileri safhadaysa değişik cerrahi müdahaleler yapılıyor. Eğer akut safhadaysa antibiyotik, kronikse cerrahi müdahale uygulanıyor. Sinüzit tedavisi olan kişi yeniden sinüzit olabilir. Bu nedenle ameliyattan sonra da dikkat edilmesi gerekiyor.

ZATÜRRE
Alt solunum yolu hastalıkları arasında en sık rastlanan hastalıkların arasında yer alan “zatürre” hakkında bilgi veren Acıbadem Hastanesi Bakırköy Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, hastalığı “akciğer iltihabı” olarak tanımlıyor. Tıp dilinde “pnömoni” olarak adlandırılan “zatürre” hastalığında, akciğerlerde bulunan hava keseciklerinin iltihabi bir sıvıyla dolduğunu ve akciğerlerin oksijen alışverişi bozuluyor. Hastalık bakteriler, virüsler, mycoplazma, pnömosistis gibi mikroorganizmalar ile görülüyor.

Belirtileri: Türlerine göre belirtileri değişiyor. Bakteriyel zatürrede ateş, titreme, öksürük, sarı yeşil renkte veya kanlı balgam, göğüs ağrısı ve terleme olabiliyor. Virütik zatürrede ateşin yanında başağrısı, kuru öksürük, kas ağrısı ve halsizlik gibi gribal enfeksiyon belirtileri görülebiliyor. Mycoplasma zatürresinde ise en yaygın şikayet öksürük.

Tedavisi: Nedene, hastanın yaşına, altta başka kronik bir hastalık bulunup bulunmamasına göre “tedavi planı” yapılıyor. Genç ve sağlıklı erişkinlerde bakteriyel, mycoplasma ve ricketsia enfeksiyonlarında “antibiyotik” kullanımı tedavide başarı sağlıyor. Viral zarürrelerde iyileşme kendiliğinden olabiliyor.

Zatürre hastasının ateşi düştükten sonra antibiyotik tedavisine doktorun önerdiği süre devam edilmesini söyleyen Dr. Alzafer, şöyle konuşuyor: “Antibiyotiklerin yanı sıra ağrı ve ateş için parasetemol veya nonsteroid antiinflamatuvar ilaçlar, balgam söktürücü ilaçlar, kanda oksijen düzeyi düşerse oksijen tedavisi veriliyor.

Hastaların diyetine dikkat etmesi ve günde en az 8 bardak su içmesini öneriyoruz. Bu arada antibiyotik verdiğimiz halde hastanın ateşi 3 gün yüksek seyredebilir. Eğer 3’üncü günden sonra ateş hala yüksekse, doktora danışmak gerekir.”

Zatürre aşısı ise özellikle kalp, akciğer, kan, böbrek ve diyabet hastaları, dalağı alınmış kişiler, 65 yaşın üzerindekiler ve bakımevi gibi yerlerde yaşayanlar gibi yüksek risk taşıyan kişilere yapılıyor. Dr. Alzafer’e göre gebelere ve 2 yaşın altındakilere zatürre aşısının yapılması doğru değil.
kaynak:www.ntvmsnbc.com

2008-11-02

ŞİFALI SULAR (KAPLICA ve İÇMELER)FAYDALI OLDUKLARI HASTALIKLAR

Kaplıca Mevsimi: Bölgenin iklim şartları dikkate alınarak tespit edilir. Genelde memleketimizde yerleşmiş kaplıca ve içmelerin mevsimi 15 Mayıs - 15 Eylül arasıdır.
Kaplıcalarda Tedavi Süresi (Kür): Gerekli faydayı sağlamak için 3 haftalık bir tedavi ve en az 21 banyo tavsiye edilir.
Banyo Zamanı ve Süreler: Banyoya girmeden önce; küçük ve büyük abdest yapmak, banyoda hareketsiz durmak gerekir.Banyodan çıktıktan sonra da; kurulanılmaz, havlu veya bornoza sarılınır, ılık odada 1 saat kadar yatılır. Bu süre içinde, vucûd terler. Sonra giyinilir ve 1 saat kadar daha aynı odada kalınır.Birinci Banyo; kahvaltıdan önce aç karnına veya kahvaltıdan 1 saat sonra,İkinci Banyo; akşam yemeğinden 2 saat önce alınması halinde azami derece fayda sağlanır.Banyoda kalma süresi: İlk gün 10 dakika; sonrakilerde ise, hastanın bünyesine ve hastalığa göre, 12-20 dakika arasındadır.
İçme Kürü: Kronik hastalıklarda tavsiye edilir. Süresi 3-6 hafta olmalıdır. Birinci gün; aç karnına bir defada 6 su bardağı (1.5 litre); ondan sonraki günler; sabah, öğle ve akşam yemeklerinden yarım saat önce ikişer su bardağı içilir.
HASTALIKLAR
* Böbrek ve idrar yolları hastalıkları: Kronik ve ödemsiz böbrek iltihabları, mesane iltihabı, idrar taşlarıyla ilgili hastalıklarda; karbonatlı, hidrokarbonatlı sulardan faydalanılır. Bu suların prostata iyi geldiği tespit edilmiştir.
* Deri Hastalıkları: Bütün deri hastalıklarında; tuzlu, kükürtlü ve çamurlu sulardan faydalanılır.

* Hormonel hastalıklar: Bu hastalıklara, radio-aktiviteli sular iyi gelir.

* Göz Hastalıkları: Kükürtlü ve iyodlu sulardan faydalanılır.

* Kadın hastalıkları: Bu konuda doktor tavsiyesi olmadan kaplıca tedavisi uygulanması doğru olmaz. Ateşli kadın hastalıklarında ve hamile kadınlarda kaplıca tedavisi son derece dikkatli ve mutlaka hekim gözetiminde yapılmasında fayda vardır. Bunların dışında Aybaşı bozuklukları, kronik rahim hastalıklarında; kükürtlü, çamurlu ve radio-aktiviteli sulardan faydalanılır.

* Kalb ve kandolaşımı hastalıkları: İleri derecede kalb, kan dolaşımı ve damar sertliğide kaplıca tedavisi uygulanmaz. Diğerleri için tuzlu, iyodlu ve radio-aktiviteli sulardan faydalanılır.

* Mide ve bağırsak hastalıkları: Ağır mide nezlesi, mide tümörü, sifilitik gastrit ve pilor daralmalarında kaplıcalardan faydalanılmaz. Kronik gastrit, kronik bağırsak nezlesi, bağırsak gazları, hazımsızlık ve kronik kabızlıklarda ise; hidrokarbonatlı, sülfatlı sulardan faydalanılır.

* Romatizmal hastalıklar: Akut ve ateşli romatizmada, kaplıca tedavisi uygulanmaz. Kronik romatizmada ise; tuzlu, karbonatlı, sülfatlı, kükürtlü, radio-aktiviteli ve çamurlu sulardan faydalanılır.

* Safra kesesi ve Karaciğer hastalıkları: Safra kesesi, karaciğer, pankreas hastalıklarında; karbonatlı, hidrokarbonatlı ve sülfatlı sulardan faydalanılır. İleri safhadaki Siroz'da kullanılmaz. * Sinir sistemi hastalıkları: Siyatik, lumbago, nevralji, nevrasteni, psikasteni ve nevroz gibi sinir hastalıklarında; tuzlu, çamurlu ve radio-aktiviteli sulardan faydalanılır.

* Solunum yolu hastalıkları: Astım, bronşit gibi solunum yolu hastalıklarında; tuzlu, iyodlu ve kükürtlü sulardan faydalanılır. İleri derecedeki verem, damar sertliği ve kalb hastalıklarında kullanılmaz.

* Şeker hastalığı: Sodyum bikarbonatlı sulardan faydalanılır.

Şifalı suların bulunduğu iller

ADANA, AFYON, AĞRI, AMASYA, ANKARA, ANTALYA, AYDIN
BALIKESİR, BİLECİK, BİNGÖL, BURDUR, BOLU, BURSA, ÇANAKKALE.
ÇANKIRI, ÇORUM, DENİZLİ, DİYARBAKIR, ERZİNCAN, ERZURUM, HAKKARİ, HATAY, MERSİN (İÇEL), İSTANBUL, İZMİR, KARS, KAYSERİ,KIRŞEHİR, MALATYA, MANİSA, KAHRAMANMARAŞ, MARDİN, MUĞLA, NEVŞEHİR, NİĞDE, ORDU, RİZE, TOKAT, VAN, YOZGAT.


KAYNAK: SAĞLAM, Vedat; Şifalı Bitkiler ve Reçeteleri Şifalı Sular ve Kaplıcalar

2008-10-11

Kan testi ile Alzheimer teşhisi

Yapılan çalışmaya göre, Alzheimer riski erken yaşlarda bile yapılan basit bir kan testi ile teşhis edilecek.Yapılan çalışmaya göre amiloid beta peptid seviyeleri hastalık baş göstermeden önce artıp, hastalıkla birlikte azalıyor.

New York, Columbia Üniversitesi Medical Center'deki araştırmacılara göre, çok yakında basit bir kan testi ile Alzheimer riski taşıyan kişileri belirlemek mümkün olabilecek. Araştırmacılar Amiloid Beta (AB42) adı verilen bir peptidin kan plazma seviyelerinin Alzheimer başlangıcından önce arttığı ve hastalık baş gösterdikten kısa bir süre sonra, muhtemelen AB42 beyinde hapsolduğu için, azaldığını saptadılar. Çalışmanın öncü yazarı Nicole Schupf'un bu konudaki görüşleri şöyle; "Bugüne kadar, AB42'nin en güvenilir ölçümü serebrospinal sıvıda yapılmaktaydı. Kan alımları ise bundan çok daha rahat bir şekilde yapılabiliyor.

" Çalışma Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinin online Eylül sayısında yayınlandı. Çalışma yazarı, epidemiyoloji profesörü Dr. Richard Mayeux'un belirttiğine göre, bu bulgu kalp krizi öyküsü olan hastalarla benzerlik gösteriyor. Tipik olarak bu kişilerin kan dolaşımlarında kalp krizi öncesi lipid düzeylerinde artış, kalp krizi sonrasında ise düşüş söz konusu. Halihazırda, Alzheimerla ilişkili kognitif bozukluklar hastalık seyri boyunca takip edilebiliyor, fakat Alzheimer'in patolojik ilerleyişini izlemede güvenilir bir yöntem henüz geliştirilmiş değil. Araştırmacılara göre kanda AB42 seviyelerinin güvenilir ölçümü, Alzheimer başlangıcını çok önceden öngörmeyi mümkün kılacak. Böylece hastalıkla mücadelede önemli bir adım atılmış olacak.
HealthDay News

Aspirin, Göğüs Kanseri Riskini Azaltıyor

Londra Guy’s Hospital uzmanları tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre, Aspirin ve benzeri ilaçların göğüs kanseri riskini yüzde 20 oranında azalttığı belirlendi. International Journal of Clincal Practice dergisinde bu ay içinde yayınlanacak olan araştırma sonuçlarına göre, Aspirin kullanan kadınlarda göğüs kanseri riskinde yüzde 20 oranında düşüş olduğu sonucuna ulaşıldı.

Araştırmaya göre, meme kanseri hastalarında COX enzimi ve prostaglandinlerin anormal olarak yüksek olduğu ve Aspirin gibi steroid olmayan antienflamatuvar ilaçların (NSAİİ) COX enzimini inhibe ederek prostaglandin sentezini azalttığı görüldü. Bu sonuca göre meme kanserinden korunmada ve tedavisinde NSAİİ’lerin etkili bir rolü olabileceği belirtiliyor. Aspirin’in göğüs kanseri hastalarında kanser hücrelerinin büyümesini yavaşlatan maddelerin miktarını artırdığı ve buna paralel hastalığa bağlı ölümlerde azalma olduğu da kaydediliyor.


Araştırmacılar, göğüs kanseri riskini azaltmak için kullanılması gereken optimal doz ve kullanım süresi ile ilgili daha detaylı araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor.Berlin Teknik Üniversitesi ve Teknoloji ve Yönetim Bölümü’nün 2001 ve 2005 yılları arasında gerçekleştirdiği bir başka meta- analiz ve meta- regresyon gözlemlerine göre ise, “Aspirin kullanılan her yılın göğüs kanseri riskini yüzde 2 oranında azalttığı” sonucuna ulaşılmıştı.

Kompetenznetz-leukaemie
Das Netzwerk umfaßt alle größeren Studiengruppen in Deutschland, die sich zur Zeit mit Leukämien (CML, AML, ALL, MDS, bcr-abl-negative CMPE) in der Forschung und in der Verbesserung der Versorgung befassen. Förderung durch Bundesministerium für Bildung, Forschung, Wissenschaft und Technologie
Deutsche Leukämiehilfe
Bundesverband der Selbsthilfeorganisationen zur Unterstützung von Erwachsenen mit Leukämien und Lymphomen e.V. Sehr nützliche Links von Tumorzentren, niedergelassene Onkologen bis Register für Knochenmarkt- und Stammzelltransplantation, insgesamt empfehlenswert.
DKMS Deutsche Knochenmarkspenderdatei
DKMS Deutsche Knochenmarkspenderdatei gemeinnützige Gesellschaft besitzt die größte Einzeldatei weltweit. Links über das Thema Knochenmarkspende. Angebot auch in türkischer und englischer Sprache.

Angiologie - Gefässkrankheiten (Angiology) / Kliniken - Ärzte
Kliniklisten-Übersicht für Herz- und Gefässkrankheiten
Fachkliniken - Gesamtübersicht
Wir nehmen nur Kliniken auf, die unsere Aufnahmekriterien erfüllen. Der
"Volumen-Effekt" ist unser wichtigstes Qualitätskriterium: Anzahl der Eingriffe und Operationen pro Jahr.
Bad Krozingen
Herz-Zentrum Bad Krozingen, Angiologie
Abteilungschefarzt: Dr. med. Thomas Zeller
Schwerpunkte:
Primär nicht invasive Diagnostik und Nachsorge nach Katheterinterventionen arterieller und venöser Durchblutungsstörungen (Farbduplexsonographie, 1,5 Tesla MR-Angiographie, 64-Zeilen Mehrschicht-CT-Angiographie).
Kathetertherapie von Durchblutungsstörungen der Halsarterien, Nierenarterien, Mesenterialarterien und Becken-Bein-versorgenden (insbesondere Unterschenkel) Arterien mit Techniken wie Atherektomie, Laser, Rotationsthrombektomie. Dabetisches Fuß-Syndrom
In Kooperation mit der gefäßchirurgischen Abteilung vom Herz-Zentrum Bad Krozingen Implantation von Endoprothesen bei aortalen Dissektionen und Aneurysmata.
Behandlung thrombembolischer venöser Erkrankungen bis hin zur lokalen Lyse oder PTA bei akuten Lungenembolien.
Bad Neustadt/ Saale
Herz- und Gefäß-Klinik, Bad Neustadt/Saale
Leitung: Prof. Dr. Sebastian Kerber
Bad Säckingen
Hochrheinklinik Bad Säckingen, Gefäßzentrum und Diabetologie
Leitung: Dr. A. Dohmen
Berlin
Evangelisches Krankenhaus Königin Elisabeth Herzberge
Gefäßzentrum Berlin
Leitung: Prof. Dr. Karl-Ludwig Schulte
Dresden
Klinik und Poliklinik III, AbteilungAngiologie (Gefäßmedizin), Universitäts GefäßCentrum
Direktor: Prof. Norbert Weiss
Krankenhaus Dresden-Friedrichstadt, II. Medizinische Klinik
Chefarzt: Prof. Dr. med. S. Schellong
Düsseldorf
Medizinischen Klinik, Abteilung für Kardiologie, Angiologie, Elektrophysiologie und Intensivmedizin im Evangelischen Krankenhaus Düsseldorf.
Chefarzt: Prof. Dr. med. Ernst G. Vester
Frankfurt
Institut für Diagnostische und Interventionelle Radiologie, Universitätsklinikum Frankfurt
Direktor: Prof. Dr. Thomas J. Vogl
Schwerpunkte:
3D-Abbildungsverfahren
Thermische Ablation mit Excimer-Laser
Studien zu verschiedenen Stents
Endovaskuläre Therapie von thorakalen Aortenläsionen
Heidelberg
Innere Medizin III: Kardiologie, Angiologie und Pneumologie
Direktor: Prof. Dr. H. A. Katus
Leitung: PD Dr. E Blessing
Schwerpunkte:
PTA an peripheren Gefäßen, Nierenarterien, Carotiden
Duplexsonographische Untersuchungen bei pAVK
Erkrankungen der Mikrozirkulation wie Raynaud Syndrom
venöse Erkrankungen
Karlsbad-Langensteinbach
Klinikum Karlsbad Langensteinbach, Gefäßzentrum, Angiologie und Kardiologie
Chefarzt: Prof. Dr. med. Curt Diehm
Schwerpunkte:
PAVK mit kritischer Extremitätenischämie
Diabetisches Fuß-Syndrom
Vaskulitiden (entzündliche Gefäßerkrankungen)
Wundbehandlung bei chronischen Ulzerationen
Therapie von Thrombosen und cerebralen Durchblutungsstörungen
Leipzig
Herzzentrum Leipzig, Angiologische Abteilung
Leitung: Prof. Dr. G. Biamino und Dr. D. Scheinert
Mannheim
Diakonie Krankenhaus Mannheim, Abteilung Angiologie
Leítender Arzt: Dr. K. Amendt
Schwerpunkte:
Arteriellen Durchblutungsstörungen (Raucherbein)
Diabetisches Fußsyndrom
Erkrankungen der Venen und der Lymphgefäße
München
Medizinische Poliklinik Innenstadt Klinikum der LMU
Angiologie - Interdisziplinäres Gefässzentrum
Leitung: Prof. Dr. med. U. Hoffmann
Schwerpunkte:
Interventionelle Kathetertherapie von Durchblutungsstörungen der Becken- und Beingefässe sowie der Nierenarterien
Stenting der A. Carotis
Venenthrombose / Lungenembolie
Entzündliche Gefäßerkrankungen
Rostock
Abteilung für Kardiologie, Univ. Rostock
Direktor: Prof. Dr. med. Nienaber
Aortenaneurysma: geringe Komplikationen bei Katheter-Therapie aortaler Aneurysmen
Wesel
Marienhospital Wesel, Kardiologisch-Angiologische Abteilung
Chefärztin: Prof. Dr. Christiane Tiefenbacher
Schwerpunkte:
Primär nicht invasive Diagnostik arterieller und venöser Durchblutungsstörungen (Farbduplexsonographie, MR-Angiographie)
Kathetertherapie von Durchblutungsstörungen der Halsarterien, Nierenarterien, Mesenterialarterien und Becken-Bein-versorgenden Arterien (insbesondere Unterschenkel)
Stentimplantation
Behandlung thrombembolischer venöser Erkrankungen bis hin zur lokalen Lyse oder PTA bei akuten Lungenembolien.

2008-10-04

SONBAHAR DEPRESYONU

Yaz bitti , güneşli günler yerini bulutlu ve yağmurlu günlere bırakacak, yazın vermiş olduğu neşe ve enerji hepimizde yavaş yavaş azalacak , işe yeniden başladık ve günler kısalıyor.

Güneşi az görmek, iş yükümlülüğünün artması, okulların başlaması, havaların serinlemesi kişilerde ruhsal sorunlar yaratabiliyor. Sabah yanmakta güçlük, yataktan kalkmak istememe, kendini gün içinde yorgun ve bitkin hissetme, enerjide azalma , çalışmak istememe, karamsarlık, hüzün, cinsel enerjide azalma, çabuk sinirlenme, gibi belirtiler “sonbahar depresyonuna” girmiş olabileceğinizi gösterebilir. Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte kişilerin yetersiz güneş ışığı alınması beyindeki kimyasal maddelerin düzeninde bozulma olur bu bozulma da depresif duyguların yaşanmasına sebep olur. Uyku ve hormonları düzenleyen biyolojik saatin bozulması da bahar depresyonun ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

Bilimsel araştırmalarda mevsimlerin insanların ruh hallerinde bir takım değişiklikler yapmış olduğu belirlenmiştir. Sonbahar ve kış aylarında kişilerde depresif belirtilerin arttığı, geçmişte depresyon yaşayan kişilerde bu belirtilerin yeniden tekrarlandığı araştırmalarla desteklenmiş olup kadınlarda erkeklere göre bu oranların daha yüksek olduğu gözlenmiştir.
Gün içindeki genel yaşanan mutsuzluğu depresyonla karıştırmamak gerekir. Depresyon duygu , davranış ve günlük yaşamda belirgin değişikliklere neden olan ciddi bir rahatsızlıkken tedavisi mümkündür.

Depresyonda uzun süredir devam eden enerji azalması, yorgunluk, bitkinlik, karamsarlık, eskiden zevk altığı aktivitelerden artık zevk alamama,unutkanlık, cinsel istekte azalma, konsantre olmada güçlük, geçmişe yönelik pişmanlık ve suçluk duyguları, uykusuzluk ya da aşırı uyuma, yorgun ve bitkin uyanma, iştahta azalma ya da artma , yaşamdan zevk almama,kendini değersiz ve işe yaramaz hissetme gibi belirtiler söz konusu olup dünya genelinde en sık görülen psikiyatrik rahatsızlıklardandır.Depresyon sonbaharda % 60 oranında artma göstermektedir.
Bahar depresyonu ile birlikte yaşanan yorgunluk, bitkinlik, enerji kaybı, isteksizlik, çabuk sinirlenme, karamsarlık, libidodaki azalma, konsantre olmada güçlük, uykusuzluk, yorgun ve bitkin uyanma vb şikayetlerin bir uzman tarafından değerlendirilmesi gerekebilir.

Çünkü yaşanan bu belirtiler farklı bir ruhsal rahatsızlığın başlangıcı da olabilir. Bahar depresyonu yaşayan kişilerin hava bulutlu olduğunda dışarı çıkmak isteği olmamasına rağmen dışarı çıkmak için çaba göstermesi, vücudu için gerekli enerjiyi sağlamak için düzenli beslenmesi , düzenli spor ve egzersiz yapması, işyerindeki isteksizliğini azaltmak için sık ve kısa keyifli molalar verilmesi, sosyal yaşamını yeniden planlayarak keyif alabileceği aktiviteler planlaması , yaşama karşı pozitif bir bakış açısı geliştirmesi depresif belirtilerin azalmasına yardımcı olacaktır. Belirtilerin çok yoğun yaşanması durumunda profesyonel bir destek kesinlikle alınmalıdır. İlaç tedavisi ve psikoterapi süreci ile tedavisi mümkün olan bir rahatsızlıktır. .